LEYLEKLERİN MUTLULUK GETİRDİĞİ TEPELER: ALSACE
Fransa’nın bilinen şarap rotalarından biri olan Alsace bölgesi sınırlarına girdiğinizde, ilk olarak ufak tepelerdeki yeşillikler gözünüze çarpacak, ilerledikçe bu yeşilliklerin kalem gibi çizilmiş üzüm bağları olduğunu görecek ve uçsuz bucaksız yeşilliğin mis kokusunu içinize çekmeye başlayacaksınız. Küçük kasabalar arasındaki kıvrımlı yollarda dolaşırken, kimi zaman yıkıntı kıvamında kimi zaman ise heybetiyle yükselen kaleler ile gökyüzünde seyreden leylekler size iyi ki gelmişim dedirtecek.
ULAŞIM
Strazburg’dan neredeyse Mulhouse’a kadar uzanan, yaklaşık 120 km’lik bir alana yayılmış iyi ki dedirten Alsace şarap rotası, 100’ü aşkın köyden oluşuyor. 17. yüzyıla kadar Roma-Germen İmparatorluğunun topraklarındayken 14. Louis’nin bölgeyi işgaliyle Fransa’ya dahil olan bölge, 19. yüzyılın sonlarına doğru ise Prusya-Fransa savaşı ile Alman İmparatorluğu’na geçmiş ve nihayetinde I. Dünya Savaşı neticesinde imzalanan Versailles Antlaşması ile, Fransa sınırları içerisinde bugünkü yerini almış. Geçmişinde Almanya ile Fransa’nın arasında yaşadığı gitgeller sayesinde iki kültürün ve iki mutfağın harman olduğu bu topraklarda, Fransa’nın diğer kırsal bölgelerine nazaran keyifle gezmeniz, gezerken kendinizi Almanya’daki Romatik Rota’nın bir başka versiyonunda hissetmeniz mümkün.
GEZİLECEK YERLER
Bölgenin ana şehirlerinden biri olan Colmar, enteresan bir şekilde Özgürlük Heykeli ile sizi karşılıyor. Eğer şehre kuzey yakasından giriş yapıp, Amerika’nın simgesi haline gelen heykel ile karşılaşmadıysanız, kent sokaklarında yerlere işlenmiş ok işareti şeklindeki Özgürlük Heykeli işaretlerine çok anlam veremeyebilirsiniz. Ancak heykelin mimarının Colmar doğumlu Bartholdi olduğunu öğrenince her şey daha mantıklı gelmeye başlayacak ve yerdeki okların sizi kesinlikle şehir girişinde yer alan ve Amerika’dakine göre oldukça minyatür boyutlarda olan replikaya çıkarmayacağına emin olacaksınız.
Colmar, Unterlinden, Bartholdi ve Hansi Müzeleri ile hem müzeci gezginlere, hem de Michelin yıldızlı restoranları ve sokak aralarındaki şarap tadımcıları ile mide düşkünlerine çok sayıda seçenek sunuyor. Müzelerden Unterlinden hem modern hem klasik eserleri incelemenizi, Bartholdi malum kişinin hayat hikayesini öğrenmenizi ve yaşadığı evi gezmenizi, Hansi ise müzenin kendisinden ziyade yerel ürünleri ile hem gezmek hem de hediye işini tek yerde halletmek konusunda büyük hizmetler sunuyor. Hansi Müzesi’ne gittiğinizde muhtemelen karşı komşusu olan Maison De Tetes(yada Kafalar Evi)’in dikkatinizi çekecek; çünkü hangi saatte gelirseniz gelin bir veya iki farklı grup binanın önünde toplanmış ve fotoğraf çekiyor olacak. Zamanında şarap borsası olarak hizmet veren binanın bu kadar ilgi çekiyor olması, üzerinde 100’den fazla insan yüzü, en tepesinde ise Bartholdi tarafından yapılmış, elinde şarap tutan tonton bir amca heykelinin yer alması. Günümüzde bir otel olarak hizmet veren binayı konaklama için tercih edenler pek memnun gibi görünmese de, öğle saati menüsü bölge yemeklerini tatmak için iyi bir tercih gibi gözüküyor.
Ünü Amerika kıtasına kadar ulaşmış Colmar sakini Bartholdi’nin izine çok yerde rastlamak mümkün. Meşhur Gümrük Binası’nın önündeki Schwendi Çeşmesi, Champs de Mars (Mars kırları) parkındaki Bruat Çeşmesi, kapalı çarşı diye adlandırılan Marche Couvert’in köşesindeki şarapçı çocuk heykeli bunlardan bazıları.
Kentteki bir diğer ikonik yapı ise, dış cephesinde yer alan ahşap oymalarıyla Maison Pfister (Pfister Evi). Binanın çevresini dolaşırken gizli şövalyeyi bulabilirseniz kendinizi şanslı hissedebilirsiniz. St. Martin Katedrali ve Dominican Kilisesi, Eski Gümrük Binası, Eski Muhafız Evi (Ancien Corps de Garde), Maison Adolph (Adolph Evi) veya zamanında kent pazarına giriş çıkış kontrolünün yapıldığı bir nevi gümrük görevini gören ve 24m2’den ibaret kentin en küçük yapısı keyfetmeye değer noktalardan birkaçı.
Alsace mimarisindeki dizi dizi evlere hangisi daha güzel diye düşünerek sokak aralarında dolaşırken, bütün evlerin giriş kısımlarının taştan, üst kısımlarının ise ahşap kirişlerle desteklenmiş ve rengarenk boyanmış duvarlardan oluşması hemen dikkat çekiyor. Şimdilerde bulunduğu sokağa canlılık vermesine göre renk seçimi yapılsa da, eski zamanlarda pastel renkli evler, ev sakinlerinin varlıklı olduğuna işaret ediyor. Hatta bir dönem evlerin, sakinlerinin dini inancına veya mezhebine göre renklendirildiği de biliniyor. Ancak biz 21. yüzyıl turistleri için bu ayrıntılar daha çok gözümüzü şenlendiren bir ambiyansa yada fotoğraf çekerken hangi kıyafetin hangi evin önünde daha iyi duracağına indirgenebilir.
Sokaklar arasında dolaşırken yolunuz bir noktada Venedik’i çağrıştırdığı için Küçük Venedik (Little Venice/La Petite Venise) olarak adlandırılan ufak kanalların olduğu ve en özenli evlerin dizildiği bölgeye varıyor muhakkak. Kalabalıktan medet umarak ikonik bölgede bir kareniz olsun isteyebilirsiniz ancak bunun için ya günün ilk saatlerini ya da akşam üzeri saatlerini tercih etmelisiniz. Ya da kendinizi kalabalığın akışından ziyade kanalda yapacağınız sandal turunun dinginliğine bırakabilirsiniz.
Little Venice
Colmar’ın güzellikleri bunlarla sınırlı değil elbette. Diğerlerine göre daha ‘şehirleşmiş’ olan Colmar’dan, Eguisheim gibi komşu ve ona göre daha küçük olan bir köy gezisi, bölgenin ortaçağ zamanında nasıl olduğuna dair daha net bir his veriyor. Dairesel şekilde konumlandırılan Eguisheim, birbirine bitişik rengarenk evlerin hikayesini duvarlarından okumanızı sağlıyor. Bir çok evin üzerinde yer alan sayılar evlerin ne zaman inşa edildiğini öğrenmenize, “IHS” (Jesus Hominum Salvator/İnsanlığın kurtarıcısı İsa) ifadesi ise, bir nevi nazar boncuğu misali, evin yangından ev ahalisinin de kötülüklerden korunmasına hizmet ediyor. Birçok evin dış kapılarındaki taşlara oyulmuş armalar, şehir yürüyüşünüzü alelade bir sokak gezisinden çıkararak yüzyıllar öncesine ışınlanmanıza imkan tanıyor. Zira, bu armalardaki işaretlere ve tarihlere bakarak kimlerin hangi tarihlerde önünde durduğunuz yapıda yaşadığını çıkarabiliyorsunuz. Örneğin, armanın üzerinde bir maşa ve tokmak varsa şarap fıçıcısının, birbirine çapraz gelecek şekilde yerleştirilmiş kılıç amblemi varsa bir demircinin (hatta işinin ehli bir demircinin), o evin içinde ve armada belirtilen tarihlerde zanaatını gerçekleştirdiğini hayal edebilirsiniz. Eguisheim’e gelmişken, şahsi keşfim olduğuna inanmak istediğim (ancak muhakkak ki öyle olmayan) haftanın belirli günleri açık olan Atelier de Béné’de bölge mutfağını hızlı bir şekilde tadabilirsiniz.
Bölge mutfağı demişken, Fransız mutfağından ziyade Alman alışkanlıklarına kendinizi hazırlamalısınız. Mutfağa ilişkin tek bir öneride bulunmak zorunda kalınsa, bu seçenek bir nevi sossuz pizza kıvamında olan Tarte Flambée’den başkası olamaz (Almanya’da aynı yemek Flammkuchen adıyla bilinir). Bölgenin şarap bölgesi olması Tarte Flambée veya Munster peyniri eşliğinde bazı tadımlara dahil olmayı da gerektiriyor. Ağırlıklı olarak (%95) beyaz şarabın üretildiği bölgede en çok Riesling, Gewurztraminer ve Muscat tercih ediliyor. Bölgedeki köyler arasında gezerken, sadece tatmakla kalmakla yetinmeyip, üzümleri taze taze dalında görmek, tatmak, kokusunu içinize çekmek ve mümkünse bağların arasında dolaşıp doğaya karışmak isteyeceksiniz.
Kentlere Göre Tadım Önerileri
- Colmar / Karcher Mahzeni
- Kaysersberg (Ammerschwihr) / Jean-Baptiste Adam Mahzeni
- Eguisheim / Emile Beyer Mahzeni, Jean Louis ve Fabienne Mann Mahzeni
- Ribeauville / Louis Sipp Mahzeni
- Riquewihr / Vincent Sipp Mahzeni
Buraya kadar bahsettiklerim yaz dönemine uygun faaliyetler olsa da, kış döneminde de, özellikle dillere destan yılbaşı pazarları sebebiyle bölgenin taliplisi oldukça çok. Hangi dönemde gidilirse gidilsin Colmar ve Eguisheim dışında gezilecek başlıca yerlerin başında, 16. yüzyılda ilk üzüm bağlarının Macaristan’dan ithal edilerek bölgeye giriş yaptığı Kaysersberg, 13.yüzyıldan beri neredeyse hiç zarar görmeden korunmuş Riquewihr ve sembolik kulesiyle Ribeauvillé geliyor. Diğerlerine çok daha küçük olan ancak görülmeye değer olan bu yerleşim yerlerinden Ribeauvillé’ye yolunuz düştüyse yönünüzü biraz daha tepeye doğru çevirirseniz, bünyesinde yaklaşık seksene yakın şato bulunan bölgenin en popüler ve en gezilebilir olanına ulaşabilirsiniz. Neredeyse 850 yıl öncesinde bu yana yerinde duran Haut Koenigsbourg Şatosundan içeri girdiğinizde ortaçağın göbeğine düşüyorsunuz. 20.yüzyıl başında Alman İmparatoru II. Wilhelm zamanında restore edilen, bu nedenle Alman etkisi altında olan şatoyu gezmeye değer kılan özelliklerden biri de üzüm bağlarıyla çevrili düzlüğü, bölgenin geniş bir kısmını ayaklarınızın altına seren ve hatta şansınız varsa berrak bir günde Alp Dağlarını dahi görmenize imkan veren bir tepelikte yer alması.
Alsace bölgesinde hangi şehirde olursanız olun, gözlerinizi sık sık kiliselerin, kulelerin veya heybetli binaların tepelerinde gezdirin. Bazıları 200 kiloyu bulabilen devasa yuvalarda, göç yolu olması nedeniyle bölgenin simgesi halinde gelen beyaz leylekleri görmeniz an meselesi. Gerçekliğinin olmadığını bilsek bile Andersen’in masalları sayesinde bir efsane haline gelen, gagasına astığı sepetle minik yavruları taşıyan leylekler, denk gelirseniz belki sizin uçağınıza bir ufaklık bırakmaz ama bir sonraki seyahatinizin işaretini verebilir.
NOT1: Yakın zamanda bu yazının genişletilmiş versiyonunu yayınlamayı hedefliyorum 🙂
NOT2: Bu yazı mezunu olduğun Özel Arı Koleji Mezunlar Derneği’nin hazırladığı Beelife dergisinin Eylül 2019 sayısında yayınlanmıştır.