SON YILLARIN GÖZDESİ: KARADAĞ
Yıllar boyunca çeşitli milletlerin boyunduruğunda yaşayıp nihayet 2006 yılında bağımsızlığını ilan eden Karadağ (Montenegro/Crna Gora), vizesiz giriş imkanı ve yatırım olanakları sayesinde son yılların gözdesi konumunda. Özellikle görece ufak yatırımlarla oturma izni alınması ve ileride Avrupa Birliği vatandaşı olma hayali ile sıklıkla araştırılan, gezilen görülen bir yer haline geldi. Aslında bu imkan olmasa bile vize çilesi çekilip görmeye değecek bir Akdeniz ülkesi.
ULAŞIM/VİZE/KONAKLAMA
Yüzölçümü Muğla ili kadar olan ülke, kıyı şeridi bakımından Muğla kadar olmasa da, az ama öz seçenek sunuyor. On günlük bir seyahatle ülkenin tamamının gezilmesi mümkün ancak her zaman bu kadar vakit ayırılamadığı düşünüldüğünde, başlangıç noktası ülkemizden sıklıkla uçuş yapılan ve Karadağ’ın başkenti olan Podgorica olacak şekilde, 4-5 günlük bir zaman diliminde de araba kiralayarak ülkenin sembolik noktaları rahatlıkla gezilebilir.
Karadağ’ın ülkemize vize uygulamaması ise bu bölgenin son yıllarda gözde olmasının en önemli nedeni. Bir diğer neden ise yatırım olanakları ile gelecekte Avrupa Birliği vatandaşı olunmasına yeşil ışık yakması. Artan talep sebebi ile yatırım neticesinde vatandaşlık elde etme koşulları kısıtlandırılmış olsa da hala gözde ülkelerden biri Karadağ.
GEZİLECEK YERLER
Belki biraz haksızlık olabilir ama kıyı şeridindeki güzellikler varken Podgorica’da fazla zaman geçirmek çok anlamlı olmayacaktır. Şehir merkezinde ve Gorica Parkı kısa bir yürüyüş yapıp, dışından çok içerisi ile ilgi çeken ve tam bir ortodoks kilisesi olan Saborni Hram Hristogov Vaskrsenja (İsa’nın Dirilişi) Kilisesini gezdikten sonra artık güneye inebilirsiniz.
Podgorica’dan kıyı şeridine doğru hareket edildiğinde, Arnavutluk ile Karadağ arasında sınır teşkil eden ve Balkanların en büyük gölü olan İşkodra Gölü (Lake Scadar)’nün kıyısına varabilirsiniz. Milli park alanı olan göl ve çevresi, çok çeşitli kuş cinsini, manastırları, şarap bağları ile ünlü küçük köyleri ve Crnojevic Nehri’nin kıvrımlarını içerisinde barındırıyor. Doğayla içiçe yaşamayı seven gezginler için milli park bölgesi bu özellikleri ile görülmeye değer bir bölge haline geliyor. Gölü tekne ile keşfetmek isterseniz, küçük ve tatlı bir kasaba olan Vir Bazaar’a uğrayabilirsiniz.
Göl havasını yeterince içinize çektikten sonra, Karadağ’ın asıl cezbedici noktalarını içeren Adriyatik kıyılarına doğru hareket edebilirsiniz. Burada ilk durağınız Sveti Stefan olmalı. Karaya kısa ve dar bir yol ile bağlanan taş duvarlarla çevrili Sveti Stefan adası, orijinaline bağlı olarak restore edilen ve üstüste konulmuş lego evleri ile deniz-kum-güneş üçlüsünü birleştiriyor. Denizin ortasında, çam ve zeytin ağaçları arasında, çatıları kırmızı tuğlalarla kaplı pembemsi taş yapıları barındıran manzara, bir yaz tatilinden beklenen bir çok şeyi karşılıyor diyebiliriz. Burada üzücü olan, adaya ulaşımın sadece adanın tamamına sahip olan otelin misafirlerine açık olması. Gözü karartıp, bir gece konaklama karşılığında adanın her karesini gezebilirsiniz.
Bu imkanı bulamıyorsanız, ada sayesinde oluşan küçük koyun sularında serinleyip, plajında yayılmak, hatta ağaçların arasındaki patika yolları arşınlayıp komşu kasaba Przno’ya ulaşmak mümkün. Bu bölgenin her bir noktasında enfes fotoğraflar yakalayacağınız ise garanti. Sveti Stefan’ın komşusu olan Przno, denizin ortasında duran kale kalıntıları ve kumsalına karşı oldukça lezzetli yemekler yemenizi sağlayacak dizi dizi restoran ve barların olduğu ufak yapısı ve sakinliği ile içinize huzur dolmasını sağlayan bir plaj bölgesi. Özellikle Konoba More’nin anneanne tarifli Trileçe’si efsane..
Sveti Stefan ve Przno’dan sonra istikamet tabii ki Budva. Hem tarihi dokusu, hem plajları, hem de gece hayatı ile bölgenin parlayan yıldızı olan Budva, surlarla çevrili ‘Old Town’ (Stari Grad) bölgesi ile Dubrovnik’in minyatürü gibi. Dubrovnik’i görenler için o kadar ihtişamlı gelmeyebilir ama daha düzlük, kompak yapısı ve gece hayatı ile en az iki gün geçirmeye değer bir kent. Labirent gibi sokaklarında dolaşırken zamanın nasıl geçtiğinin ve nereden girip nereye çıktığınızın çok farkına varamayacak, bir anda kendinizi surların üzerinden denizin kaybolduğu ufku izlerken bulabileceksiniz. Şehir, doğal güzelliği yanında, gezilebilir kalesi, her mutfağa uygun restoran, bar seçenekleri ve tabii ki plajı ile tüm günü dolu dolu yaşayabileceğiniz bir çok seçenek sunuyor. Gündüz plaj keyfi yaptıktan veya tercihinize göre kale (Citadel), Holy Trinity, St. John’s ve St.Sava’s Kiliselerini, galeri veya müzeleri gezdikten sonra, ufak bir yürüyüş ile dans eden kız heykelini görebilirsiniz. Heykelin kayda değer bir tarihi veya sanatsal bir özelliği yok, ancak konumu itibariyle arkasına Budva merkezini alan güzel bir sekans yakalamanızı sağlıyor. Aslında heykele ilişkin birden fazla hikaye var. Kimilikerine göre burada hayatını kaybeden dansçı bir kızı simgeliyor, kimine göre ise sevgilisini denizde kaybeden ve onun gelmesini bekleyen dansçı bir kızı.. Hikayeler heykele çekicilik yaratmak için yaratılmış gibi gözükse de, heykelin bulunduğu yolu takip ederek daha bakir ve şehir kalabalığından uzak plajlara ulaşabilirsiniz.
Karadağ’ın kıyı bölgesinin bir diğer gözdesi ise Kotor. Ancak Kotor’a gitmeden önce yol üstünde son yılların gelişen şehri Tivat’a uğrayabilirsiniz. Yaklaşık 10-15 yıl önce su kıyısındaki palmiye ağaçları ve kendini zar zor geçindiren restoranları ile oldukça salaş bir yer olan Tivat, aradan geçen yıllarda yapılan yatırımlarla göz alıcı bir yat limanına dönüşmüş durumda. Tivat içinde ayrı bir kasaba olan Porto Montenegro isimli yat limanı ve çevresinde yapılan yenilikler sayesinde, şu an ülkenin diğer yerlerindeki ismi bilinen restoranları ile yarışacak kalitede mekanları içerisinde barından bir merkez haline gelmiş. Bu durumun doğal sonucu olarak, kentteki rayiç bedellerde de hatırı sayılır bir artışa meydana gelmiş. Yine de kendinizi Balkanlardan ziyade biraz daha ‘Avrupalı’ bir yerde hissetmek isterseniz yol üstü uğrayabileceğiniz, hatta denize girebileceğiniz tatlı bir sahil kasabası.
Sahilde güneşi batırdıktan sonra ise Porto’da yiyeceğiniz akşam yemeğinin ardından Casper’da bir içeçek alıp, yaz aylarının vazgeçilmesi Tophill gecelerine kendinizi hazırlayabilirsiniz. Tasarımı ve müzikleri ile beklenenden fazlasını veren bir gece klübü olan Tophill’e gitmeyeni, rivayete göre, Budva’ya gitmiş saymıyorlar 🙂
Her ne kadar Tivat yatırımlarla bambaşka bir yere dönüştürülerek cezbedici bir hale getirilmiş olsa da Kotor’un cazibesini yakalaması pek mümkün değil. Adriyatik’ten içeri kıvrılan koyun merkez şehri olan Kotor, 9. yüzyılda yapılmış (18. yüzyıla kadar çeşitli değişiklikler geçirmiş) surlarla çevrili. Dağların ve denizin arasına sıkıştırılmış küçük bir kasaba olan Kotor’un merkezi (Old Town), Budva ve Dubrovnik’e benzer olarak labirent yolları, büyüklü küçüklü meydanları ve çok sayıda kiliseyi duvarlarıyla koruyor. Dubrovnik kadar büyük veya Budva kadar aydınlık bir yer olmasa da, pencerelerde veya balkonlarda asılmış çamaşırları ve dağların tepesine doğru ilerleyen surları ile günlük hayat ile tarihi içiçe sunan romantik bir ambiyans sunuyor. Surlarla çevrili bölgeye girişi sağlayan ana kapıdaki turist danışma merkezinden alacağınız Türkçe bir rehberle, dilediğiniz zorluk derecesindeki güzergahı seçerek surları tırmanabilir, benim gibi, izlememiş olsanız bile Game of Thrones efsanesini yaşama imkanı bulabilirsiniz. Kotor’da sahilde yayılıp yatmak bakımından çok seçenek bulunmadığından, sokakları arşınlamak ve surlara tırmanmak dışında kalan vaktinizi, muhtemelen dünyada pek örneği bulunmayan Kedi Müzesini gezerek değerlendirebilirsiniz. Oldukça önyargılı girdiğim müzede fena vakit geçirmediğimi söyleyebilirim. Kotor’un surları dışında da tavsiye edilebilecek çok sayıda mekan bulunsa da, bu otantik ortamın dışına çıkmayı pek istemeyeceğinizi düşünerek, ayak üstü atıştırma için Pizza Pronto’yu, akşam yemeği ve sonrası için ise Konoba Scada Santa ve Bokun Bar’ı deneyebilirsiniz, pişman olmayacaksınız.
Kotor gezisine devam ederken, kısa bir yolculukla ulaşabileceğiniz Kotor Koyundaki şehirlerden biri olan, barok tarzdaki şık binaları ve kiliseleriyle ufak ama nostaljik bir kasaba olan Perast’ı da ziyaret edebilirsiniz. Kasabanın kıyısına yakın iki tane adacık bulunuyor, Sveti Dorde (St. George) ve Gospa od Skrpjla (Our-Lady-Of-The-Rocks). Bu ikiliden küçük olan Sveti Dorde, doğal bir resif üzerinde yükseliyor ve selvi gölgelerinde konuşlanmış bir manastır barındırıyor. Daha büyük olan ve bir kaya üzerine sonradan kurulmuş olan Gospa od Skypjla ise tekneyle ulaşılıp gezilebiliyor. Kasabada yapılacak en güzel aktivite, kısa bir yürüyüşün arından Gospa od Skrpjla’yı keşfetmek. Dönüşte ise Hotel Codoba’nın restoranında risotto yiyerek kendinizi ödüllendirebilirsiniz.
Karadağ’daki gezinizin uzunluğuna göre bir iki alternatif daha vermek gerekirse, rotanızı biraz daha kuzeye yönelterek Sümela Manastırı gibi, dağın içerisine oyulmuş görüntüsüyle Ostrog Manastırı’nı gezebilirsiniz. Zeta Vadisinin yaklaşık 1 km üzerinde yer alan beyaz taşlarla inşa edilmiş Manastırın bulunduğu kompleks birden fazla taş kilise içeriyor. Bunların arasında Manastır’un yukarı bölgesinde yer alan, 1665 yılında yapıldığı bilinmesine rağmen nasıl yapıldığının pek anlaşılamadığı, mağaraya oyulmuş şapel ayrı bir önem ve görsellik sunuyor. Mağaraya giriş için dizlerin ve omuzların kapandığı kıyafetlere (hatta kadınların başının örtülmesine) ihtiyaç duyuluyor. Uygun kıyafetlerinizin olması halinde bölgeye gelindiğinde görmeden geçilmemesi gereken yerlerden biri.
Bir diğer rota alternatifi ise Karadağ’ın eski başkenti olan Çetinje ve Njegos Mozalesi. Çetinje’de Karadağ Ulusal Müzesi, eski devlet binaları ve doğal güzelliği dışında görülmeye değer pek bir şey olmamakla birlikte, Kotor Koyu ile Çetinje’yi birbirinden ayıran Lovcen Milli Parkı ve Njegos Mozalesi bölgedeki görülmeye değer alanlardan. Lovcen Mlii Parkı, ülkeye ismini veren ve doğal görüntüsü nedeniyle kara dağ (yerel ismi ile ‘Crna Gora’) olarak adlandırılan Lovcen dağını ve çevresindeki tabiatı içerisine alıyor. Bu dağın zirvesinde, taştan yapılmış iki adet dev kadın tarafından korunan bir mezarlık, mezarlığın içerisinde ise, bir kartalın kanatları altında üzeri altınla örtülmüş bir kahramanın yattığı düşünüyor. Ne kadar kahramandır bilinmemekle beraber, bu dev heykellerin oluşturduğu mezarlığın altında ise 19. yüzyılda gerçekten yaşamış bir papaz olan Petar II Petrovic Njegos’un mozalesi bulunuyor. Etkileyici doğası ve heykelleri ile yolunuz düşerse uğramadan geçmeyeceğiniz bölgeler arasında yerini alıyor. Ancak bu manzaraya ulaşabilmek için hatırı sayılır basamağın tırmanılması gerektiğini hatılatmalıyım.
Karadağ,’ın bu şehirler arasında gezerken, bir yanınızın deniz, bir yanınızın ise yeşillik olduğu kıvrımlı yollarda ilerlemek, bol oksijenli temiz havayı içinize çekmek, Akdeniz sularında serinleyip, gün batımına karşı yerel şarapları yudumlamak size iyi gelecek.
NOT1: Yeme içme alternatifleri şehirlerin içinde gizli 😉
NOT2: Bu yazı mezunu olduğun Özel Arı Koleji Mezunlar Derneği’nin hazırladığı Beelife dergisinin Temmuz 2019 sayısında yayınlanmıştır.