BİR ORTACAĞ SİMÜLASYONU: ROMATİK YOL
Almanya’nın güya hız sınırının olmadığı otobanlarından içerilere kıvrılıp, her daim seni takip eden yeşillikler içerisinde kemer kapıların olduğu sur duvarlarından geçtikten sonra, sivri çatılı rengarenk evlerin yan yana dizildiği kasabaların tümüne verilen addır bence Romantik Yol. Romantikliğini sürekli yağmur yağan ve bu nedenle yemyeşil olan bu doğanın içerisine yerleştirilmiş bu lego evlerden alıyor sanki.
Daha kitabi bir tanımla, Almanya’nın Bavyera ve Baden-Württemberg Eyaletlerinde yer alan Romatik Yol (Romantishe Strabe) Würzburg’dan başlıyarak Avusturya sınırındaki Füssen’e kadar uzanıyor. Bu hatta yaklaşık 30 tane ortacağ kasabasını gezebilir, müzeler, şatolar, kiliseler görebilirsin.
Romantik Yolun yer aldığı rota esas olarak II. Dünya Savaşından sonra turizmde de yaşanan yıkımın önüne geçilebilmesi için bir pazarlama faaliyeti olarak 1950’li yıllarda oluşturulmuş. Rota oluşturulurken temel olarak tarihin ve gelenekselliğin bir araya getirilmesi hedeflenmiş ve bu hedef Almanların bir çok işinde olduğu gibi başarıya ulaşmış. Bugün hatırı sayılır miktarda turist bu bölgedeki turlara katılıyor veya kendi imkanları ile bölgeyi geziyor.
Bölgede otuza yakın kasaba olduğu düşünüldüğünde bizim kendimize çizdiğimiz rota en can alıcı noktaları içeriyor. Zira romantik yolun göz bebekleri arasında Würzburg ve Augsburg şehirlerinin tarihi merkezleri ile Rothenburg ob der Tauber, Dinkelsbühl ve Nördlingen gibi üç ortacağdan kalma duvarlarla çevrelenmiş kasaba ve tabii ki Alp Dağları manzaralı göz kamaştırıcı Neuschwanstein Kalesi yer alıyor.
Rothenburg’u dışarıda bırakırsak bu şehirlerin bir çoğu sağdan sola soldan sağa yarım saatte yürünebilecek kadar küçükler, Rotenburg için bu süre yaklaşık kırkbeş dakika. Bir çoğunun merkezinde bir kilise veya katedral ve belediye binası, bunlardan birinin tepesine çıkılabilen bir kule, eski kale ve çok sayıda yeşillik görmek mümkün 😉
ULAŞIM/KONAKLAMA
Romantik yolu gezmenin iki yolu var; ya güneyden kuzeye yada kuzeyden güneye. Başlangıç ve bitiş destinasyonlarına göre hangi yöne doğru gideceğini belirleyebilirsin. Yol üzerinde yer alan bütün kasabaları gezmek oldukça geniş bir zaman dilimini gerektiriyor. Bana sorarsan hepsini gezmenin de çok büyük bir anlamı yok. Bu nedenle duraklarını kendi zevklerine göre seçmelisin. Münih, Frankfurt veya Stutgart, uçakla gelip araba kiraladıktan sonra kısa bir sürüş ile Romantik Yola dahil olabileceğin şehirler. Bunlar arasından, kendisinin de oldukça gezilesi olması nedeniyle Münih başlangıç noktası olarak tercih edilebilir. Frankfurt’un tercih edilmesi halinde ise ya gidişte ya da dönüşte Heidelberg’e mutlaka uğramalısın. Nedenini buraya tıklayarak öğrenebilirsin. Almanya’da araç kiralarken ve araba kullanırken dikkat etmek isteyebileceğin bazı başlıklar aşağıda daha ayrıntılı yer alıyor 😉
Konaklama için bizim tercihlerimiz Rothenburg’da Hotel Reichs-Küchenmeister, Füssen’de ise Hotel Schlosskrone’ydi. Merkezi, temiz olması ve ortalama bir bütçeye hitap etmesi haricinde çok büyük beklentin yoksa ikisinden de memnun kalabilirsin. Her ikisinin de kahvaltısı oldukça güzel.
GEZİLECEK YERLER
ROTHENBURG ob der TAUBER: Şehrin kuruluşu 1. yüzyıla kadar dayanıyor. Gerçekten ortacağdan kalan veya bu döneme uygun olarak yeniden yapılan dizi dizi sivri tepeli ve kırmızı çatılı evlerin olduğu kasabaya sur kapılarından giriliyor ve girildiği anda insanı farklı bir zamana gitmiş gibi hissettiriyor. Şehre ismini de veren kırmızı çatılar bu ortamı katmerliyor. Zira, Rothenburg ob der Tauber, Tauber nehrinin kırmızı çatılı kasabası gibi bir anlam taşıyor. Bu nedenle, Romantik Yolun en can alıcı olmazsa olmazı Rothenburg’a uğradıktan sonra diğer kasabalar, kendilerine has özellikleri olmadıkça çok da ilgini çekmeyecek.
Ticari geçiş bölgesi olması nedeniyle zamanında oldukça zengin bir şehirmiş Rothenburg. Bu nedenle çok uzun süreler ayrı bir krallık olarak varlığını tek başına sürdürmüş. Ancak sonrasında değişen devire yenik düşmüş ve Bavyera Krallığına bağlanmış.
Yapılması gereken bir kaç temel faaliyet var. Bunlardan ilki Belediye Binası (Rathaus)’nın çan kulesine çıkarak şehri kuş bakışı izlemek. Bu açıdan kasaba izlendiğinde hem kasabanın gerçek sınırları çok net olarak görülüyor hem de neden adının kırmızı çatılı şehir olduğu anlaşılıyor. Basamaklar oldukça dik ve çok, ama özellikle son etap kısa olmasına rağmen yangın merdivenine tırmanırmış gibi çıkıldığı için diz ve benzeri rahatsızlıkların var ise tercih etmemelisin. Fotoğraflar da belirli bir ölçüde bize anı yaşatıyor nasılsa..
İkinci olmazsa olmazımız Plönlain’e yapılacak bir yürüyüş. Öyle çok gözünde büyümesin, meydandan şehrin aşağı kısmına doğru taş çatlasa 10 dakikalık bir yürüyüş mesafesi burası. Merkezden bu yol üzerinde yürüdüğünde şehrin en gözde fotoğraf çekimi noktasına ulaşmış olacaksın. Burada şehrin giriş kapılarından en meşhurlarını görebilirsin. 13. yüzyılda inşa edilen kapılardan sağdaki Kobolzeller Kulesi Tauber nehri tarafından, soldaki Siebers Kulesi ise şehrin güney tarafından şehre giriş çıkışları kontrol altına almak için yapılmış. Bu sahne, kapıların altından geçen yolun kesiştiği noktadaki çeşme dahil olmak üzere, neredeyse yüzyıllardır değişmemiş (‘e hani Dünya Savaşı?’ dersen, hemen cevabını aşağıda bulacaksın derim). Bu nedenle fotoğraf çekimi için oldukça popüler bir nokta. Boş bulman zor yani 🙂
Üçüncü yapılacak şey saat 20:00’da Belediye Binası’nda seni bekleyecek olan Gece Bekçisi’ni yakalamak ve onunla ufak bir gece turuna çıkmak. Aslında şehrin görünmeyen yerlerini gezdirmiyor ama bilinmeyen hikayelerini ortacağdan kalma kostümü ve kendine has uslübü ile anlatıyor. Üstelik bunu aynı kişi yaklaşık 20 yıldır yapıyor. Gezi yaklaşık bir saat sürüyor. Yürüyüş kısmı yorucu değil ancak dikilip dinleme kısımları biraz yorabilir. Üzerinde çok ağırlık olmasın bence bu nedenle.
Gece Bekçisi, Belediye Binası önünden başlayarak ve çeşitli yerlerde durarak eskiden kalenin bulunduğu Burggarten’a giriyor ve buradan bir daire çizerek yine Belediye Binası önünde turu sonlandırıyor. Bu yürüyüş sırasında da şehrin tarihine ilişkin çok hikaye anlatıyor. Mesela, şehrin kapılarının güneş battıktan sonra şehri koruma altına almak için kapanıyor, kapılar kapanmadan bir süre önce ise belirli aralıklarla çanlar çalınarak surların dışında olan kasaba ahalisine geri dönme vaktinin geldiği haber veriliyormuş. Şehir kapıları kapandıktan sonra kapıya dayanan kasabalıya ciddi miktarlarda ceza uygulanıyormuş ki alışkanlık haline getirilmesin. Şehir II. Dünya Savaşından yara almadan kurtulan nadir Alman şehirlerinden. Gece Bekçisinden dinlediğimize göre bunun nedeni, dönemin ABD Savunma Bakanı’nın annesinin savaştan yıllar yıllar önce burayı ziyaret etmesi, anlata anlata bitirememesiymiş. Çocukluğunda Rothenburg’un güzelliğine ilişkin hikayeler dinleyen Bakanın vicdanı, annesini hayran bırakan bu yeri bombalamaya razı gelememiş ve emrindeki kuvvetlere bu bölgeye zarar gelmemesi gerektiği emrini vermiş. İşte bu yüzden Plölein’in sonundaki kuleler yüzyıllardır değişmemiş.
Gece bekçisi turunun bir bileti yok. Ancak tur sonunda dolaştırılan kutuya 7 Euro bırakmanızı istiyor.
Bunların dışında, birçok alman şehrinde olan ve asıl olarak yılbaşı süsleri satan Kathe Wohlfahrt mağazasını mutlaka gezmelisin. İçerisinde oyuncak müzesi de olan mağazanın kendisi de ayrı bir müze gibi. Zaten şehir yılbaşı zamanında kurulan Noel Pazarı ile de oldukça meşhur aklında olsun.
Her ne kadar popülasyonun çoğunluğunun turist olduğu ve birçok aktiviteyi beraber yaptığın için bir süre sonra sanki büyük bir tur ekibine dahil olmuş gibi hissediyor olsan da Rothenburg’u sevmemen veya beğenmemen gibi bir ihtimal pek yok.
DİNKEBÜHL & NÖRDLİNGEN: Rothenburg’un minyatürü boyutlarında ancak onu gördükten sonra gözüne pek güzel gözükmeyecek birbirine çok yakın iki kasaba Dinkebuhl ile Nordlingen. Nordlingen’in özelliği zamanında (milyonyıllar öncesindeki bir zamandan bahsediyoruz) buraya düşen bir meteorun açtığı çukurun üzerine kurulmuş olması. Evlerin yapımında meteorun taşlarından sıklıkla kullanılmış. Burası yürüyüş yapmak istersen güzel bir parkur sunuyor sana. Şehri çevreleyen surların üstünden yapacağın 2-3 saatlik bir yürüyüşle kuş bakışı bütün kasabayı gezebilirsin. Dinkebuhl’ün ise kendine has çarpıcı bir özelliği yok. Tatlı, şirin bir ortacağ kasabası olma özelliği gösteriyor sadece. Bu kasabanın merkezindeki St.Georg Kilisesi’nin kulesine de çıkılabiliyor. Dinkelbuhl, bu bölgeye ilişkin birçok gezi yazısında görülmesi gereken yerler arasında sıralanıyor ancak Rothenburg’dan sonra bana göre pek ilgi çekmiyor. Bölgeyi araba ile geziyorsan uğrayıp soluklanabileceğin, çay-kahve içebileceğin tatlı bir yer nihayetinde.
WIESKIRCHE: Burası aslında bir kasaba değil, bu kilisenin adı. Steingaden ve Wildsteig kasabalarının kesiştiği bir bölgede yer alan kilisenin meşhur olmasının nedeni ise UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alması. 18. yüzyıl ortalarında Zimmerman kardeşler tarafından tasarlanan oval şekilli kilise, kocaman yeşillik bir alanın içerisinde yer alıyor ve dışarıdan bakıldığında oldukça sade görünüyor. Ancak içerisi bambaşka bir dünya. Süslü tavan işlemeleri, ilahi betimlemeleri ile A’dan Z’ye rokoko tarzında. Füssen’e giderken yolda durup temiz hava alabileceğin ve dinlenebileceğin bir yer. Bu arada bisiklet ile gezmeyi seviyorsan ve hatta bisikletle seyahate meraklıysan bu bölgede bisikletçilerin de uğrak bir noktası. Bölge, oldukça düzlük olması ve bisiklete özel yolları bulunması nedeniyle tercih ediliyor.
FÜSSEN: İşte benim için bu yola çıkılmasının nedeni olan, genel olarak Romantik Yolu gezenlerin de mutlaka görmesi gereken duraklardan olduğunu söylediği kasaba. Kasabanın merkezi diğerlerinden çok farklı değil hatta bazılarıyla, özellikle Rothenburg ile, kıyaslandığında oldukça sade. Ancak asıl olay kasaba merkezinin yaklaşık 10 km dışında yer alan şatolar. Bunlardan biri Neushwanstein Şatosu, diğeri ise Hohenshwangau Şatosu. Aslında Şatolar Füssen’den ziyade Shwangau’ya bağlılar. Ancak Füssen’e oldukça yakın olması ve Füssen’deki yerleşimin daha gelişmiş olması nedeniyle konaklama için çoğunlukla Füssen tercih ediliyor.
Şatolardan Hohenshwangau II. Ludwig’in babası tarafından yapılmış ve II. Ludwig’in evi olmuş, daha klasik tarzda bir şato. Ancak II. Ludwig tarafından yapılan Neushwanstein Şatosu, masallara bile ilham kaynağı olmuş, standardın dışında, yaratıcısının devlet işlerinden sıkılarak halktan topladığı paraları kendi tutkuları için harcamasının sonuçlarını yansıtıyor. Bu israf nedeniyle yapıldığı dönemde halkın büyük tepkisi ile karşılaşmış II. Ludwig. Ama Ludwig yılmamış, bu gürültüye çok kulak asmamış ve sadece kendisinin yaşamasını hayal ettiği Şatoyu yaptırmaya devam etmiş. Ancak halkın ahı Ludwig’in tutkusundan büyük olacak ki, Ludwig’in şatonun tamamlanmasını göremeden ölmüş, ölümünden 6 hafta sonra ise şato turistlerin ziyaretine açılmış. Şato ziyarete açıldığında daha sadece 3’te 1’i tamamlanmış durumdaymış.
Büyük bir Wagner hayranı olan Ludwig Şatoyu onun eserlerine adamış. Bir çok odasında Wagner’in operalarından sahneleri temsil eden figürler, tablolar, eşyalar yer alıyor. Mesela odalardan birinde Wagner’in en ünlü operalarından Parsifalya’dan esinlenilmiş. Bu nedenle odada, perdelerden duvardaki tablolara, döşemelerden oyamalara kadar her yerde kuğu figürü var. Kubbesinde ve duvarlarında ilahi figürlerin olduğu, zeminde ise dünyadaki yaşamı temsil eden hayvanlar alemine ilişkin figürlerin olduğu taht odası ise Ludwig’in kendini nerede simgelediğini gösteriyor; tanrı ile dünya arasında bir yerde.. Taht odasının bir diğer özelliği ise kubbesinin Ayasofya’nın kubbesinden esinlenilmiş olması. Ludwig’in aşırılıkları bununla bitmiyor. Mesela kendi yatak odasında yer alan musluktan, dağlardan belirli bir tazyikle gelen saf su akıyor. Bu odanı bir kapısı kendine özel ibadet yeri olan ufak bir kiliseye, diğer bir kapısı ise güneş ışığını doğrudan alabildiği, yani güneşlendiği bir cam bölmesi bulunan ancak diğer kısımları mağara gibi dekore edilmiş bulunan bir odaya açılıyor. Bunca gösterişe ve sadece kendisi için yaptırılmış olmasına rağmen, Ana Salon’daki Bavyera Kralı olduğunu gösteren bir duvar işlemesi haricinde, Şato’nun hiçbir yerinde Ludwig’in kendisine ilişkin bir görsel yer almıyor. Bunun dışında bütün Şato Wagner’in operaları, kuğular ve ortacağ yaşamına adanmış durumda.
Şato’nun bugüne kadar birçok masala ve hatta Disney’in simgesi olan şatoya ilham kaynağı olmasının bir sebebi de kalenin tasarımının bir mimar tarafından değil, bir ressam olan Christian Jank tarafından yapılmış olması heralde. Jank, Ludwig’in hayallerine göre bir sanat eseri yaratmış, ehil mimarlar da bunu hayata geçirmiş. Bu nedenle hiç içine girmeden bile insanı büyüleyen bir ruhu var. Muhtemelen her yerde okuyacaksın ama bende yazayım, Neushwanstein, yeni kuğu taşı demek. Burada kullanılan beyaz taşa bu ad verilmiş bu da kalenin adı olmuş.
Neushwanstein Şatosu’na gelmişken Marien Köprüsü’ne doğru ufak bir yürüyüş yapabilirsin. Bu sayede, hem yol üstünde Hohenshwangau Şatosu’nu ve Alpsee ve Shwansee’yi (Alp Gölü ve Kuğu Gölü) görebileceğin, hem de Neushwanstein Şatosu’nu farklı açılardan fotoğraflayabileceğin güzel bir manzarayı göreceksin.
Şato’ya girişi için önceden rezervasyon yaptırabilirsin veya sıraya girip bilet alabilirsin. Rezervasyon yaptırmadıysan benim tavsiyem bilet gişesinden sıraya girmektense genellikle oldukça boş olan Müze girişinden biletlerini alman. Emin ol çok daha akıllı bir yol izlemiş olacaksın. Bu arada burada bir de müze var. Bavyera Kralları Müzesi. Benim odağım şato olduğu için çok ilgilenmedim ama istersen tercih edebilirsin.
Biletler çeşitli, Şatolara tek giriş 13 Euro. Kombine biletler ise 22 Euro ile 31,50 Euro arasında değişiyor. Mesela iki şatoya da gitmek istersen 22 Euro, hem şatolar hem de müzere gitmek istersen 31.50 Euro gibi.
Bilet gişesinin olduğu yerlerde Şatolara çıkışı yürüyerek yapabileceğin gibi ring yapan faytonlara veya otobüslere de binebilirsin. Fayton ile yukarı çıkmak otobüsten bin kat daha zevkli muhakkak ama neredeyse 10 kişinin oturduğu, ciddi bir demir aksamı olan faytonu, devasa boyutlarda olsalar da, sadece ve sadece 2 atın yokuş yukarı çektiğine tanık olmak insanı hiç iyi hissettirmiyor. Bizdeki faytonculuğa göre çok daha insancıl koşullarda kullanılıyor olsa bile bindiğime pişmanım. Yağmurdan sırılsıklam olsam bile yürür veya otobüse binerdim, binmeliymişim. Neushwanstein Şatosuna fayton iniş-çıkış 9 Euro, otobüs iniş çıkış 2,60 Euro (otobüsün güzergahı biraz daha farklı haberin olsun).
YENİLECEK YERLER
Çok sayıda yiyecek içeçek opsiyonu var aslında. Ben kendi gittiklerimizden bahsedeceğim gidip gitmemek tabiki sana kalmış.
ROTHENBURG: Rothenburg’da çok sayıda Michelin yıldızlı restoran var. Biz bunlardan biri olan Hotel Eishenhut’un restoranında yemeğimizi yedik. Ortalamanın üstünde fiyatlara sahip mekanın yemekleri ve ortamı oldukça güzeldi.
DİNKELBÜHL: Dinkelbühl’de ise sadece kahve içmek için durakladık. Tripadvisor’ın tavsiyesi üzerine gittiğimiz Cafe am Munster’ın pielarını beğendik.
FÜSSEN: Füssen’de Madame Plüsch’da akşam yemeğimizi yedik ve oldukça hoşumuza gitti.
Bunların haricinde, Rothenburg’da oldukça yaygın olan ancak bölgede birçok yerde bulabileceğin Schneeballen’lerden tadabilirsin. Top görünümünde olan yerel tatlı en çok kurabiyeye benzetilebilir. Şerit halinde kesilmiş ve çıtırlaştırılmış hamur işinin top haline getiriliyor ve üzeri limon, elma, çikolata gibi tatlarla kaplanarak çeşitlendiriliyor. Denemeye oldukça değer bir tat…
ROMANTİK YOLU ARABA İLE GEZECEK OLANLARA TAVSİYELER
Bana sorarsan araba ile gezilmesi gereken bir rota Romantik Yol. Yollar rahat, mesafeler yakın ve manzara oldukça keyifli. Ancak Almanya’da araba kullanırken ve yurtdışında araba kiralarken dikkat etmek gereken bazı konular var. Buyrunuz;
- Almanya’da hız sınırı yok deniliyor ama bu her yerde her koşulda geçerli olan bir kural değil. Romantik Yol güzergahının çoğunluğunda bu bir yalan hatta. Çünkü yerleşim yerlerinin yakınlığına göre hız sınırı 120’den 50’ye kadar düşebiliyor. Üstelik bu oldukça hızlı oluyor, 120’den 100’e sonra 80’e ve 50’ye düşüş 200-300 metrelik aralıklarla olabiliyor aman dikkat!
- Benzin istasyonları bizdeki kadar sık değil, bu nedenle benzinin hep fazladan olsun ya da kontrollü olsun sonra ayazda kalmayasın. Benzer şekilde ihtiyaç molası da aralıklı olabiliyor. WC’ler benzin istasyonu veya yeme içme noktalarına göre daha sık ama bunlar kamyon/tır park alanlarında olduğu için çok tercih etmeyebilirsin, hafif bi tedirginlik yaratıyor zira J
- Genelde araç kirasında kilometre sınırı olabiliyor. Yani bu durumda günde max. 250-300 km yapabiliyorsun ve bunun üstüne çıktığın her bir km icin bir ücret ödüyorsun. Buna takılmamak için araç kiralarken sınırsız km için olduğunu kontrol etmelisin.
- Kiralarken dikkat edeceğin önemli konulardan biri sigorta! İnternet üzerinden yaptıysan sigortanın içerisinde ne olduğuna mutlaka dikkat et. Hem paketinin içeriği, hem de pimpiriklenme seviyene göre arabayı teslim alırken bir o kadar daha ilave sigorta ücreti vermek durumunda kalabilirsin.
- İnternette en çok sorulan sorulardan biri olduğu için söylüyorum, ehliyeti yenilemenize gerek yok! Eski tip ehliyetler gayet geçerli.
- Şu devirde ve böyle bir yolculukta söylemesi abes olabilir ama bi köşede dursun; GPS şart!
- Son olarak özellikle kasabaların içinde park yeri oldukça az ancak birçok yere sınırlı süre ile park edilebiliyor. Bunun için, muhtemelen kiraladığın arabanın içinde olacak olan, mavi park kartlarını kullanmalısın. Bu karta geldiğin saati işaretliyor ve ön camına bırakıyorsun, böylece duruma göre 1 veya 1,5 saat ücretsiz park edebiliyorsun. Daha uzun süreli kalışlarda park yeri için ödeme noktası veya parkmetra olup olmadığını mutlaka kontrol etmelisin yoksa Almanlar acımazlar valla! Konakladığın yerde de park yeri olup olmadığını sormayı ihmal etme hatta seçimini buna göre yap bence 😉
Miskin Mirket