GÖKKUŞAĞI ŞEHRİ CAPE TOWN
Havaalanından şehir merkezine doğru ilerlerken yol kenarlarına kurulmuş, barakadan hallice, teneke çatıları güneşte parıl parıl parlayan ancak yaşam koşullarının o kadar da parıldamadığı apaçık belli olan ‘township’, yani siyahların kasabaları ile karşılıyor Cape Town ziyaretçilerini. Her biri küçük bir odacıktan ibaret olan evler zamanında sömürgeciler tarafından şehirden kovulan ve üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görenlerin hayatlarını devam ettirdiği yaşam alanları. Şehrin merkezine doğru girdikçe townshipler gözden kaybolmaya, parıldayan çatıların görüntüsü ile gelişmiş şehirleri andıran büyük plaza binaları ve bu binaların üzerindeki uluslararası şirket isimleri yer değiştirmeye başlıyor. Cape Town’a adım atmamızı takip eden yarım saat içerisindeki değişim bile şehir ve ülke tarihi hakkındaki acı gerçeği betimliyor.
Hikayenin ayrıntısı çok, geçmişi eski; sömürgecilik ve ayrımcılık tarihinin birçok yerde tekerrür ettiği gibi. Zamanında Hollandalıların bu bölgeyi keşfi sonrasında beyazlar, bu toprakların asıl sahipleri olan siyahları yerlerinden yurtlarında ediyorlar. Şehirlerden silah zoruyla kovup, evleri yakıp yıkıp yerlerine kendileri için yenilerini inşa ediyorlar. Evlerinden kovulan siyahlar ise ‘township’ olarak adlandırılan, şehir merkezlerinin dışındaki yerlerde yaşamlarını sürdürmeye başlıyorlar. Zamanla ayrımcılık üst boyutlara tırmanıyor ve 1948 yılında ‘apartheid’ rejiminin başlaması ile resmileşiyor. Bu rejimde halk üç sınıfa ayrılıyor. Buna göre ilk sırada, tabi ki, beyazlar ve Hollandalılar, ikinci sırasında melez diye tercüme edilebilecek ‘colored’lar, üçüncü sırada ise Hint asıllı Asyalılar ve siyahlar yer alıyor. Bu dönemde beyazlar haricindeki sınıfların seçme ve seçilme hakkı olmadığı gibi insanların gezecekleri yerler, otobüsler, tuvaletler, oturacakları banklar bile bu ayrımcılığa tabi tutuluyor. Rejimin özü aslında azınlık olan beyazların kayıtsız şartsız diğer renk veya ırkta olan insanlar üzerinde üstünlük kurmasına dayanıyor. Üstelik bu durum çok yakın bir geçmişe, 1994 yılına kadar devam ediyor. Rejimin yıkılmasına doğru giden süreçte dönüm noktası sayılabilecek direnişlerin başlangıcı Robert Sobukwe’nin öncülüğünde oluyor. Bu silahsız direnişlerden dönüm noktası niteliğinde olanı Sharpeville Katliamı. Sharpeville bölgesinde kendilerine yapılan muameleyi protesto etmek isteyen siyah halk polis merkezine yürüyerek silahlı protestoya başlıyor. Ancak linç edileceğinden korkan beyaz polislerin ateş açması sonucu 69 kişi ölüyor ve 200’den fazla kişi yaralanıyor. Üstelik ölen veya yaralananların bir çoğu sırtından vuruluyor. muş olarak yaşamını yitiriyor. Olayın yaşandığı 21 Mart 1960 tarihi, direnişte bir dönüm noktası olduğu için hala ülkede oldukça önemli bir tarih olarak kabul ediliyor. Sonraki süreçte Nelson Mandela’nın da içerisinde bulunduğu ve sonrasında öncülüğünü yaptığı ANC Partisi (African National Congress) çatısı altında daha agresif bir direniş moduna geçiliyor. Bu sürecin sonunda 5 Ağustos 1962 tarihinde Nelson Mandela tutuklanarak, ömür boyu hapis ile cezalandırılıyor. Robben Adası’nda başlayan mahkumiyet Mandela için tam 27 yıl sonra, 1990 yılında Victor Verster Hapishanesi’nde son buluyor (Madela hapis yıllarının 18 yılını Robben Adasında, 6 yılını Pollsmor Hapishanesi’nde, son yıllarını ise Victor Verster Hapishanesi’nde geçiriyor). Madela’nın serbest bırakılmasında dünya çapında oluşturulan kamuoyunun etkisi ise büyük oluyor. Mandela 1994 yılında Cumhurbaşkanı seçiliyor ve ayrımcılığa ilişkin yasalara son veriliyor. Bundan sonra insanı şaşırtacak derecedeki ulviliği ile tüm yaşadıklarına rağmen nefret temelli mücadeleyi reddeden, beraber yaşamanın yolunun affetmekten ve barıştan geçtiğine inanan bir liderin yönetimi başlıyor. Mandela barış çatısı altında birleşmekten başka çaresi olmadığını düşündüğü bu millete, gerçeğe yakışır bir şekilde ‘rainbow nation’, yani ‘gökkuşağı milleti’ adını veriyor.
Mandela’nın barış temelli yaklaşımı kabul görürken, ülkenin ilerleyebilmesi için daha dışa dönük bir politika benimsemesi eleştiriliyor. Ülkenin, altın, elmas ve paslanmaz çelikte kullanılan hammede üretimi gibi iyi gelir getiren temel kaynaklara sahip olduğu, Cape Town’ın bir Afrika şehrinden çok gelişmiş bir Asya şehri izlenimi vermesinden de anlaşılıyor. Ancak göze çarpan bazı farklar ülkenin geçmişinde yaşanan ve bir şekilde hala devam eden acılı tarihinin devam ettiğini gösteriyor. Townshipler bunların başında geliyor. Günümüzde bu bölgeler kentsel dönüşüm kapsamında iyileştiriliyor ancak temelde yaşam koşulları değişmiyor. Ancak geçmişin izleri, değişim çok yakın tarihte başlaması ve etkilerini tam olarak gösterebilmesi için belki bir kaç nesil daha geçmesinin gerekmesi nedeniyle, varlığını sürdürüyor. Her türlü hizmet sektörü çalışanın siyahi olması, bit pazarı tarzı pazarlarda siyahiler tarafından yerel ürünlerin yok fiyatına satılması, restoran sahipleri beyazken çalışanlarının neredeyse istisnasız siyah olması gibi..
Cape Town gökkuşağı milletinin nadide kentlerinden biri olarak, adına yakışır şekilde çok farklı ve çeşitli bir keşif yapmana imkan veriyor.
ULAŞIM/VİZE/KONAKLAMA/GÜVENLİK:
Ülkeye ulaşım mecbur uçakla, şehir içi ulaşım ise taksiyle yapılabiliyor ancak daha güvenli ve az maliyetli ulaşım yöntemi için Uber’in tercih edilmesi öneriliyor. Bu yöntem şehirde oldukça iyi işliyor. Ülkeye girişte ise 1 aya kadar olan kalışlarda vize uygulanmıyor. Geçerli pasaport ile rahatlıkla girilebiliyor.
Konaklama konusunda hostelden otele çok sayıda alternatif bulunabilir ve bunun için bilinen siteler tercih edilebilir. Ben bizim için önceden hazırlanan bir program ile gezdim, bu nedenle sadece isimlerini belirtmekle yetineceğim. İlk durağımız Strand Tower Hotel. Oldukça merkezi tüm ihtiyaçları karşılayan tarzda bir otel. Bir çok yere yürüme mesafesinde ulaşabiliyorsun. Bizim programımızdaki Cape Town için ikinci tercih, şehrin biraz daha dışında kalan daha lüks deniz kenarı Lagoon Beach Hotel. Ulaşımımız büyük oranda sağlandığı için biz memnunduk ancak şehir dışında olması bir dezavantaj. Bunun dışında üçüncü konaklama noktamız Grabouw bölgesinde şarap bağların içerisinde yer alan Old Mac Daddys Otel’di. Sadece şehirde kalmayıp bölgeyi gezmeyi planlıyorsan şiddetle tavsiye ederim. Zira odalar iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm her odada standart olarak verandasının, oturma odasının ve banyosunun olduğu bölüm, ikinci bölüm ise her biri birbirinden farklı şekilde dizayn edilmiş yatak odalarının olduğu karavan bölümü. Bir çok aktiviteyi yapabildiğin otel eminim bağ bozumu zamanlarında çok daha ilgi çekici oluyordur.
Güney Afrika’ya gidecek olanlarda kafaya en çok takılan soru haliyle güvenlik mevzusu oluyor. Ülke içerisinde en güvenli yerlerden biri Cape Town sanıyorum. Biz gitmedik ama mesela Johannesburg’da tek başına sokakta yürünmesi bile pek önerilmiyor. Ancak Cape Town’da böyle bir durum söz konusu değil. Yine de dikkat etmen gereken bazı noktalar var. Mesela ara sokaklarda çok dolaşmamalı, mümkünse yürüyüş yollarını ana caddeler üzerinden yapmalısın. Bunun haricinde bazı değerli şeyleri elinde taşımamalı ve çantana sahip olmalısın. Kapkaça kurban gidebilirsin. Kredi kartı kullanımına da özellikle dikkat etmelisin. Mümkünse çok kullanmamalısın ancak illa ihtiyacın olabileceğini düşünerek buradaki alışverişlerini daha düşük limitli bir kredi kartı ile yapmalısın.
GEZİLECEK YERLER:
Masa Dağı (Table Mountain): Şehre karakterini veren, aşağıdan bakıldığında gerçekten bir masa gibi dümdüz gözüken dağ 1.085 metre yüksekliğinde ve aşağıdan göründüğü kadar düz değil. Dünyanın en eski dağlarından sayılan Masa Dağı, bugün dünyanın 7 doğa harikasından biri kabul ediliyor.
Masa Dağı’nın tepesine teleferikle çıkılabiliyor ancak kendine güveniyorsan önceden belirlenmiş patikaları izleyerek yürüyerek/tırmanarak da gidebilirsin. Ancak bunun için gitmeden önce bir rehber edinmek şart, maazallah kaybolmalar olabilir. Dağa çıkan teleferiğin zemini yolculuk boyunca dönmek suretiyle hareket ediyor. Bu sayede çıkış esnasında 360 derecelik bir manzarayı izleyebiliyorsun. Yukarı çıktığında efsane bir manzara seni bekliyor. İstersen dağın üstünde de yürüyüşler yapabilirsin.
Masa Dağı apartheid rejiminde siyahların çıkmasının yasak olduğu bir yermiş. Bu nedenle, son zamanlarda özellikle hafta sonlarında siyahların toplu olarak geldiği, dans ettiği, Mandela’yı temsil eden pozlar vererek fotoğraf çektiği bir yer haline gelmiş. Nitekim bağımsızlık savaşında da heybetli görünümü ile rol model olmuş.
Masa Dağı Milli Parkı’nın içerisinde, teleferikle çıkılan masa şeklindeki tepesi haricinde Signal Hill (350m.), Lions Head (669m.) ve Devils Peak (1000m) tepeleri de bulunuyor. Her birine yürüyüş yollarını takip ederek çıkmak mümkün. Hatta yer yer zorlu olduğu kadar oldukça keyifli aktiviteler olduğunu söyleyebilirim. Havanın uygun olması halinde Signal Hill’de yamaç paraşütü bile yapabilirsin.
Camps Bay: Şehrin en popüler plajlarından biri olan Glen Beach bu bölgede yer alıyor. Denize girmek ise biraz cesaret istiyor. Malum Afrika’nın güneybatı ucu olan bu nokta okyanusların geçiş noktası olduğu gibi, aynı zamanda kutuplara da oldukça yakın. Bu nedenle henüz buzullar erimeye başlamadığı için kış dönemi (Haziran-Temmuz-Ağustos) deniz suyu sıcaklığı daha yüksek olsa da Akdeniz ile bezenmiş insanlar olarak bizler oldukça zorlandık. Su, vücuda temas etmesinden 2 dakika sonra ağrıya, akabinde ise hissizliğe neden olacak kadar soğuk. Buradan pay biç! Bölge beyazların yerleşik olduğu bir bölge olması ve zamanında siyahların girişine izin verilmemesi nedeniyle, bu günlerde siyahların pasif direniş yaptıkları bir nokta aynı zamanda. Gün batımı zamanında, tam da beyazlarımız güzel teraslarında veya teraslı mekanlarda içkilerini yudumlarken, toprakların asıl sahipleri olan siyahlar, pikap tarzı araçlarıyla sahil şeridine diziliyor ve araçlarından yüksek sesli müzik dinletisi yapıyorlar. Bence oldukça güzel bir protesto tarzı.
Camps Bay haricinde Clifton Bay veya Long Beach tercih edebileceğin plajlar arasında. Long Beach’e bakan Chapman’s Peak Drive ise meşhur araba reklamlarının çekildiği yol olarak ün salmış durumda.
Bo-Kaap: Masa Dağı’na çıkan teleferiğe giden Buttengrecht Caddesini kesen sokaklardan oluşan kasaba daha çok Malezyalı Müslümanların yaşadığı bir yer. Bölge bu nedenle Müslüman Bölgesi olarak da anılıyor. Turistik bir gezi noktası haline gelmesinin nedeni ise 1970’lerden bu yana burada yaşayan halkın, çeşitliliği simgelemesi için evlerini renklendirmesi ve bu nedenle rengarenk sokakların oldukça fotojenik olması. Konumunun oldukça güzel olması nedeniyle bölge boşaltılmaya çalışılıyormuş ancak henüz bu girişimler sonuç vermemiş.
Company’s Garden: Şehrin ilk kurulduğu yer sayılan City Bowl’un içerisinde bulunan parkın kuruluşu 1652 yılına dayanıyor. Park tabi ki Hollandalılar tarafından kuruluyor. Nitekim burada Company’den, yani şirketten, kastedilen Dutch East India Company. Hollandalıların tam olarak bu noktaya park kurmasının sebebi ise Masa Dağı’ndan gelen ve hala işleyen su kaynağının bu bölgeye yakın olması. Parkın içerisinde sincap başta olmak üzere çok sayıda canlıyı görmen mümkün. Bahçenin içinde ‘de beers’ pırlanta markasının kurucusu Rhodes’in bir heykeli var. Kendisi Cape Town’da bulunan Kirstenbosch Botanik Bahçeleri’nin de kurucusu kabul ediliyor. Zamanında özel mülk olan botanik bölgesini şehirleşmeden kurtarmak için satın almış ve doğal halinde kalmasını sağlamış. Bu bahçe kurulduğu zamanda çeşitliliği en büyük botanik bahçelerden biriymiş. Company’s Garden girişindeki St. George’s Kilisesi’nin altında ise bir jazz klübü var.
Woodstock: Eskiden marangozhanelerin, tamircilerin olduğu bir bölgeyken şimdi açılan mekanlar, atölyeler ve grafitileri oldukça popüler hale gelmiş bir yer burası. İstanbul’da yaşayanlara daha iyi anlam ifade edebilmesi için yeni nesil Karaköy de denilebilir. Buranın ilk ilgi çeken yanı son 10 yılda devlet tarafından verilen izinlerle birçok binanın duvarına yapılan grafitiler. Bir çoğu siyasi mesaj içeren grafitlilerin yaşayan bir yanı var. Örneğin izinli olarak yapılan bir grafitinin üzerine bir başkası tarafından korsan bir ekleme veya silme yapılabiliyor. Bunlara etiketleme deniliyor. Bu nedenle bir gün gördüğün grafiti ertesi gün başka bir şekle bürünmüş olabiliyor. Bu da bölgenin yaşadığının ve ayrımcılığa karşı mücadelenin her alanda bir şekilde hala devam ettiğini gösteriyor.
Waterfront: Piramitlerden sonra Afrika’da en çok ziyaret edilen yerler arasında yer alıyor. Genel anlamda bir alışveriş ve yeme-içme bölgesi olduğu düşünüldüğünde, piramitlerle kıyaslanması oldukça şaşırtıcı bir durum bence. Deniz kenarındaki bu bölge alışveriş merkezleri, kıyaya dizilmiş restoranlar, her köşe başında sokak müziği yapan çoğunlukla siyahi vatandaşlarla çevrelenmiş bir açık hava kompleksi gibi. Bölgede yürütüş yaparken Nobel Köşesinde Güney Afrika’nın barış alanında Nobel ödülü kazanmış 5 kişinin (Albert Luthuli, Emeritus Desmond Tutu, F.W. de Klerk ve Nelson Mandela) heykellerini de görebilirsin. Bu kişilerin hepsi apartheid rejimine karşı verdikleri mücadele sebebiyle bu ödüle layık görülmüş kişiler. Buraya oldukça yakın olan Water Shad farklı butiklerin ve yemek yerlerinin olduğu bir başka alternatif.
Green Market: Şehir merkezinde (Company’s Garden’a oldukça yakın bir bölgede) yer alan Green Market’ı hediyelik eşya pazarı gibi düşünebilirsin. Kıyasıya pazarlık yapabileceğin, bölgeye özgü hediyelik eşya satın alabileceğin bir pazar yeri. Gitmeyeni dövüyorlarmış o yüzden gitmek istemiyorsan bu kararını tekrar gözden geçirmelisin. Benim seçimlerim daha çok sudan ucuz yağlı boya tablolardan yana oldu. Bu nedenle gittiğinde tablolara göz gezdirmeyi unutmamanı öneriyorum.
Robben Adası (Robben Island): Güney Afrika’nın hapishane adası olan Robben Adası Mandela’nın 17 yılını burada geçirmesi nedeniyle ayrı bir ilgi odağı. 500 yıllık bir tarihi olan hapishane, sadece askeri karargah olarak kullanıldığı yıllarda (1931-1960) hapishane olarak kullanılmamış. Hapishane dışında cüzzamlı hastalar ile akıl sağlığı yerinde olmayan hastaların tecrit mekanı olarak da kullanılmış. Cüzzamlı hastalardan ailece gelenler, ürememeleri ve bu sayede hastalıklı çocukların doğmaması için birbirinden ayrılıyormuş. Ancak buna rağmen üreyenler olmuş ve sağlıklı çocuklar doğmuş. Cüzzamdan sonra binalar dahi yakılmış ki hastalık yayılmasın.
Adanın müze halinde gelmesi ise 1999 yılında olmuş. Adaya Waterfront’tan kalkan katamaranlarla ulaşılıyor. Adaya çıktıktan sonra otobüslere biniliyor ve rehber eşliğinde adanın çeşitli bölümleri geziliyor. Sonrasında otobüsten inilerek yine bir rehber eşliğinde koğuşlar geziliyor. Bu aşamada rehberler zamanında bu hapishanede kalmış mahkumlardan oluşuyor. Anlatırken ki hüzünleri ise ilk dakikadan fark edilebiliyor.
Hapishanede adi suçlular ile siyasi suçlular ayrı yerlerde tutuluyor. Tabi ki suçlular arasında ayrımcılık devam ediyor. Özellikle siyasi suçlular ağır ve bazen manası olmayan taş işçiliğinde çalıştırılıyor ve işkenceye maruz kalıyor. Taş kırma görevi burada kalan bir çok mahkumun, ortaya çıkan toz nedeniyle, akciğer ve göz hastalıklarına yakalanmalarına neden olmuş. Nitekim Mandela da burada kaldığı süre boyunca maruz kaldığı muamele nedeniyle akciğer rahatsızlıkları yaşamış, göz yaşı kuruluğu gibi bir çok göz hastalığı nedeniyle defalarca ameliyat olmuş (hatta bu nedenle basın toplantılarında flaş kullanılması dahi yasaklanmış). Mandela ve arkadaşları 1948 yılında bu hapishaneye getirildikten sonra siyasi suçluların olduğu bölümde ayrı hücrelerde kalmışlar. Gezi sırasında hücrelerin olduğu bu bölümü de görme fırsatın olacak. Gündüzleri ise taş ocağının olduğu yerde çalıştırılıyorlarmış. Otobüsle yapılan turda bu taş ocağının olduğu yere de götürülüyor ve buradaki bir mağaradan bahsediliyor. Hapishaneye getirilen mahkumlardan siyasi suçluların yaklaşık %70’i okumuş kişilerden oluşurken %30’u eğitimsizmiş. Bu nedenle ocağın yakınında bulunan bir mağaranın içinde okumuş olanlar okumamış olanlara her bir kişi bir kişiye öğretecek (‘each one teach one’) anlayışı ile eğitim vermeye başlamışlar. Bu nedenle bu mağara University of Robben Island olarak anılıyor.
Hapistanede özel olarak gezdirilen bölümlerden biri, Sobukwe’nin hücresi. Sobukwe Pan African Congress partisinin başkanı olduğu dönemde faaliyetleri nedeniyle suçlu bulunup buraya hapsedilmiş. 6 yıl boyunca kaldığı bu hücre sadece tek bir kişinin kalmasına göre düzenlenmiş ve kaldığı süre boyunca kimse ile iletişim kurmasına izin verilmemiş. Bu nedenle Sobukwe kendine özgü iletişim yöntemleri geliştirmiş. Mesela, hücresinin bulunduğu binanın çitleri dışından geçen kişilerin kendisine verdiği selamı gördüğünde, Sobukwe’nin buna verebildiği tek karşılık, yerden aldığı toprağı parmaklarının arasından süzdürmesiymiş. Bu hareketiyle dışarıdakilerin afrikan topraklarının güneşi olduğunu ve özgürlük savaşına devam edilmesi gerektiği mesajını vermek istemiş. Yıllar boyu kimseyle konuşmadan tek bir hücrede tutulması nedeniyle akıl sağlığını yitirmiş Sobukwe ve salıverildikten sonra da kendini toparlayamamış. Serbest bırakılmasından kısa bir süre ölen Sobukwe’nin ölüm günü bugün, insan hakları günü olarak kabul ediliyor.
Hapishanenin içerisinde önceden hapishane personelinin kaldığı, şimdi ise müze personelinin konakladığı bir kasaba, bu kasabanın içerisinde ise kilisesinden, okuluna kadar birçok bölüm var. Kilisenin özel bir önemi ise her yıl 14 Şubat’ta burada evlenenlerin hiç boşanmayacaklarına ilişkin bir inanış olması. Bu nedenle 14 Şubat’lar toplu nikah töreni gibi oluyormuş adada.
Son olarak adanın kendine özgü bir doğası da varmış. Zira adada 29 çeşit kuş türü ve yaklaşık 2000 penguen bulunuyor.
Ümit Burnu (Cape Hope): Hepimiz burayı Afrika’nın en güney noktası olarak duyduk öğrendik. Oysa Afrika’nın en güney değil en güneybatı noktası burası. Atlantik Okyanusu’nun Hint Okyanusu ile buluştuğu ve koya benzeyen yapısı nedeniyle gemicilerin Atlantik’i geçtikten sonra ilk korunduğu nokta burası. Bir füniküler ile bu ucun bulunduğu tepede yer alan fenere çıkmak ve manzarayı izlemek oldukça keyifli. Babunlar, kertenkeleler, ‘dassie’lerle (tavşana benzer bir arkadaş kendisi) dolu bir fener. Buraya çıkınca vaktin varsa patika bir yoldan eski fenere de gidebilirsin ancak bu yürüyüş biraz vakit alıyor bilgin olsun.
YAPILABİLECEK AKTİVİTELER:
Balina Gözleme: Güney Afrika’da bir çok noktada özellikle kamburlu balinaları görme imkanın olabilir. Biz Hermanus bölgesine gittik. Önce tekneyle kısa bir yolculuk yapıyorsun sonra bir noktada durup balinaların sana kendini göstermesini bekliyorsun. Şansın varsa büyüklü küçüklü bir veya daha fazla balinayı bir arada görebilirsin. Balinaların en çok olduğu dönemler … zamanları
Köpek Balığı Dalışı: Bunun da bir çok alternatifi vardır tahmin ediyorum. Biz Gangsbai Bölgesinde bu işi yaptık. Ben deniz tutması nedeniyle hayal meyal hatırlıyorum bu aktiviteyi ama beyaz köpek balığını (bizim dilimizde daha çok Jaws olarak bilinir) dişlerine kadar gördüm mü, gördüm. Bir daha ki geziye kadar bu bana yeter. Yeri gelmişken söyleyeyim bu aktivite yarım saatlik bir yolculuk sonunda bir noktada durduğun, beşik gibi sallanarak yaklaşık 4 saat geçirdiğin ve ilgili arkadaşlar teknenin çevresinde dönmeye başladığında denizin içindeki bir kafese girerek kendisini, hem denizin üstünden, hem de içinden izlediğin bir aktivite. Deniz tutabilir, su dondurabilir. Bu uyarılar gitme diye değil elbette, önlemini al, benim gibi telef olma diye.
Fok Balığı Gözleme: Cape Town’a oldukça yakın olan Houte Bay bölgesinde kısa bir tekne gezisiyle Fok Balığı Adası’na gidip ayıcıkların suya dalıp çıkışını, balık yakalayışını, pati pati yürüyüşünü izleyebilirsin.
Penguen Gözleme: Simons Town’da yer alan Boulders Plajı Afrika penguenlerini görmek için yaratılmış bir doğal yaşam parkı. Bu parkta penguenlerin doğal yaşamları bozulmadan üremeleri ve yaşamalarını sürdürmeleri sağlanırken aynı zamanda insanlarla bir araya gelecekleri bir ortam yaratılmış. Tabi bu penguenlerle oynayabileceğin anlamına gelmiyor ancak oldukça yakından izleyebilir doğal yaşamlarını yakından görebilirsin.
Şarap Tadımı: Güney Afrika bir şarap cenneti. Cape Town çevresinde de çok sayıda bağ var ve bunlardan birini tercih edip tadım yapabilir, hatta bu bağlardan bazılarının içerisindeki otellerde kalabilirsin. Konaklama kısmında bahsettiğim Old Mac Daddys tam olarak bağların içerisine kurulmuş, şarap tadımı haricinde bir çok kırsal aktiviteyi yapmanı da sağlayan bir karavan oteliydi mesela. Biz şarap tadımını Paul Cluver bağlarında yaptık ancak bu konuda çok gurme olmadığım için ilgileniyor olman halinde kendi araştırmanı yapmanı öneririm. O kadar abartmaya gerek yok dersen birçok restoranda çeşitli yerel şarapları tatma imkanı bulabilirsin. Hermanus taraflarına gidecek isen High Street’teki Wine&Company Wine Boutique’i önerebilirim. Çok sayıda şarabın satışını yapıyorlar ve Türk dizilerinin hayranı olan efsane bir çift işletiyor. Sırf bunun için gidilmez tabi ama yolun düşerse aklında olsun.
YENİLECEK İÇİLECEK YERLER:
Cape Town gezisi önceden her şeyin bizim için düşünüldüğü bir program dahilinde olduğu için yeme içme yerleri, özellikle akşam yemekleri bakımından, kendi çabamızla bulduğumuz yerler değil. Ancak içlerinden bir çoğunu tavsiye edebilirim ve sen de memnun kalırsın. Bunlardan ilki içerideki kalabalıktan anladığım kadarıyla oldukça popüler olan ve Loop Street’te yer alan Villige Idiots. Bunun haricinde İtalyan yemeği istersen Deerpark Drive’daki The Wood Lands’e gidebilirsin. Biz kalabalık bir grup olduğumuz için çoook uzun süre yemeklerin gelmesini bekledik ve bu nedenle biraz gerginlik yaşadık ama lezzet gayet iyiydi bunu inkar edemeyeceğim. Et severlerdensen ve bunu fine-dine şeklinde yapmak istersen Short Market Street’teki Head Quarters’a gidebilirsin. Ayrıca bir çok yerde şubesi olan Oceans Basket da tercih edebileceğin yerlerden. Bunun dışından Old Bisquit Mill, Orangezicht Organik Pazarı, Woodstock ve Waterfront bölgelerinde de çok sayıda alternatif mevcut.
Truth Roasting Coffe: The Daily Telegraph tarafından ‘worlds most luxurious coffee’ seçilen mekan oldukça ünlü noktalardan. Başta kahveleri olmak üzere, iç dizaynı ve buharlı metotlarıyla oldukça ilgi çekiyor.
Woodstock: Graffiti avı haricinde Woodstock Exhange adındaki alternatif pasajda güzel kahveler içebilir, yemekler yiyebilir hatta tasarım ürün mağazalarını gezebilirsin.
Old Biscquit Mill: Woodstock bölgesinde yer alan açık pazar. Hem sanat tasarım ürünlerinin satıldığı sabit ddükkanları, hem de haftasonları kurulan ilave satış tezgahları ile alışveriş yaparken, yiyip içebileceğin hatta müzik dinleyebileceğin oldukça popüler bir yer.
Orangezicht Organik Pazarı: Konsept olarak Old Bisquit Mill’e oldukça benziyor. Biraz daha sofistike hali diyebiliriz. Antika veya el yapımı eşyaların satıldığı ancak daha çok organik yiyecek içecek satışının yapıldığı bir yer burası. Deniz manzaralı bir ortamda güzel müzik eşliğinde bir şeyler yiyip içmek istersen tercih edebilirsin. Granger Bay bölgesinde yer alan pazar her Cumartesi günü kuruluyor. Yine de gitmeden önce teyit etmeden fayda var.
Gece çıkmalar konusunda ilk tercihin Long Street üzerinde yer alan ve eğlence anlayışına göre seçeceğin mekanlar olmalı. Bunun haricinde Long Street’i kesen sokaklardan Bree Street’tede güzel alternatifler bulabilirsin. Biz Bree Street’teki Orphanage’a gittik ve pişman olmadık. Bunun dışındaki diğer seçenekler ise aşağıdaki gibi.
ÖNEMLİ NOT: Cape Town gezisini Patika Travel’in düzenlediği tur kapsamında gerçekleştirdim. Bu nedenle yazıda yer alan bilgiler ve mekanlar ağırlıklı olarak, gezi öncesinde izlediğim filmler ile gezi sırasında tur tarafından verilen bilgileri içermektedir. Öyle başkasının emeğini alıp satmak olmasın, bu not da burada dursun.
MiskinMirket