HEIDELBERG
II. Dünya Savaşı’nda bombalanmayan sayılı Alman kentinden biri olan Heidelberg, küçük ama dinamik bir şehir. Romatik yola çıktıysan veya Manheim, Frankfurt veya Stuttgart’a yolun düştüyse bence uğra. Hiç bir şey bulamazsan 13. yüzyıldan kalma kaleye çıkar, yeşilliklerle dolu ve tabiki ortasından nehir geçen bir kent manzarası izlersin, neden bir çok düşünürün buradan çıktığını anlar ve elbette yerel biranın tadını çıkarabilirsin.
Almanya’nın en eski üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi’nin (1386) burada yer alması nüfusun genç kalmasını, günlük hayatın ise sıradan Alman şehirlerine nazaran daha hareketli olmasını sağlamış. Bir çok Avrupa şehrinde olduğu gibi Heidelberg’in ortasından bir nehir, Neckar Nehri geçiyor (Neka diye okunuyor). Nehrin bir çok yerinden üstü açık botlarla gezinti yapmak mümkün ama ben yine şehri yürüyerek keşfetmeni tavsiye ederim.
Şehrin ana meydanlarından bir olan Bismarkplatz’dan başlayıp Karlplatz’a kadar uzanan Hauptstrabe (Türkçesi bildiğin Ana Cadde) dünyanın en uzun alışveriş ve eğlence caddelerinden biri. Neredeyse 2 km uzunluğundaki yolda sadece yaya girişine izin veriliyor. Amsterdam’la yarışacak kadar bisiklet kullanımı olan şehirde, bisikletliler bile bu caddeye giremiyor. Bisikletiniz varsa üstünden inip yanınızda sürüklemeniz veya en yakın yere sabitlemeniz gerekiyor. Yol boyunca sağlı sollu mağazaların yer aldığı caddenin Universitate’e kadar olan bölümünde sağlı sollu mağazalar yer alıyor. Universitate’ten Marketplatz’a kadar ise ağırlıklı olarak restoranlar ve barlar sıralanıyor.
Universitate’e (Üniversite Meydanı) geldiğinde Avrupa’nın sayılı güzelliklerinden olan Üniversite Kütüphanesi‘ni gezebilirsin, adeta ilim irfan yuvası. Sanki bende orada çalışsam alim olurdum gibi.. Yine tam Universitate ile Hauptstrabe’nin kesiştiği yerde bir çok Avrupa şehrinde olan Kathe Wohldahrt isimli yılbaşı süsü ve minyatür el yapımı biblolar satan bir yer var. Yılbaşı ağacı süslemek ve ona Avrupalılar kadar yatırım yapmak bizde pek yaygın değil ama lütfen bir girip gez… Tekrar çocukluğuna dönebilirsin, hatta bölgenin simgelerinden ahşap el yapımı guguklu saatlerden satın alabilirsin.
Universitate Meydanını geçtikten hemen sonra ilk sağa dönüyorsun ve Öğrenci Hapishanesi Müzesi’ni geziyorsun. Üniversite’nin zamanında öğrencileri dize getirmek için kullandığı bir çatı katı burası. 5 odadan oluşuyor ve okulun dersliklerine doğrudan bir bağlantısı bulunuyor. Mistik bir havası var müzenin. Aslında derslerine devam etmeyen veya okul kurallarına uymayan çocukları terbiye etmek amacıyla 16. yüzyılda açılmış, ancak kısa bir süre sonra öğrenciler arasında hapishanede kalmak bir prestij meselesi haline gelmiş. Hatta en uzun süre kalanın en karizmatik olduğu bir ortam oluşmuş zamanla. Sadece dersleri dinlemek için – o da hapishane ile okul arasındaki tünelden geçerek – çıkış yapılmasına izin verilen çocuklar boş zamanlarında ellerindeki kalemlerle, sonrasında ise yanlarında ne getirirlerse onunla duvarları boyamaya başlamışlar. Bu nedenle içeride bulunan 5 odanın tamamı, hol ve merdiven boşluğu dahil bütün hapishane (!), yerden tavana kadar cezalı çocukların çizimleri ile kaplanmış. Cezalandırma ile terbiyenin bir yere varmadığını gösteriyor sanki. Nitekim 1700’lerde açılan hapistane 1914’te kapatılmış.
Universitate ve Öğrenci Hapistanesi’nin devamında büyük St. John Kilisesi’ni gördüğünde bil ki Marketplatz’dasın. Meydana girdiğin anda sağ tarafında büyük tarihi bina Hotel Zum Rittel, sol tarafında uzanan yoldan yürüdüğünde ise meşhur Carl-Teodor Köprüsü (Eski Köprü-Alt Brucke de deniliyor) ve eski köprü kapısı yer alıyor olacak. Carl-Teodor Köprüsünde özellikle gün batımında ve doğumunda çok güzel fotoğraflar yakalayacağın kesin. Ayrıca köprünün üzerinde Carl-Theodor ve Roma tanrıçası dahil olmak üzere çok sayıda heykel görebilirsin.
Yoluna Marketplatz’dan yine Hauptstrabe üzerinden devam edersen önce Kornmarkt Meydanı sonrasında ise Karlplatz geleceksin. Buradan, hem yaklaşık 1 saatte bütün şehri dolaşan otobüslere binebilirsin, hem de şehrin simgelerinden olan Heidelberg Kalesi’ne çıkan finükülere ulaşabilirsin. Hiç olmadı kalenin fotoğrafını çekersin, zira bu meydandan oldukça güzel bir manzarası var. Bence bunlardan ilk tercihin Kaleye çıkmak olsun. Otobüs yolculuğu ufkunu çok açmıyor..
Heidelberg Kalesi‘ne eskiden tarihi şimdi ise yeni teknoloji eseri olan bir finüküler ile çıkılıyor. Kale Kuzey Alplerin en önemli yapılarından biri sayılıyor. 1200’lü yıllarda yapılan Kale tarih boyunca hem genişlemelere konu olmuş, hem de savaş, yangın veya yıldırım çarpmaları gibi olaylara maruz kalmış. Gitmişken Kalenin içini ve çevresin dolaşmalı, bahçesinde yürüyüş yapmalı ve şehri tepeden izlemelisin.
Birde Kalenin içerisindeki devasa şarap varilini görmelisin. Bir iki defa değişmiş olan fıçının ilki 1500’lü yılların sonunda yapılmış. Şu an gezdiğinde görebileceğinde ise yaklaşık 220 bin litre şarap depolanabiliyor. Kalenin kilerindeki bu varilin adı Mark Twain’den Victor Hugo’ya, Jules Verne’den Herman Melville’e kadar bir çok yazarın eserlerinde bile geçmiş.. Buradayken şarabın tadına bakmamak ise olmaz!
Marketplatz’ın keyfini çıkarmak için kilisenin karşısında Hauptstrabe üzerindeki eski otel -Hotel Zum Rittel- yanında kalan Bier Brezel’de oturabilirsin. Menüsü oldukça güzel, boynuz şeklinde bardaklarda içeceğini yudumlayıp elaleme havanı atabilirsin. Aynı bölgede bunun dışında keyif çatabileceğin çok sayıda yer var. İstediğin birini tercih et, zira hepsinde aşağı yukarı aynı Alman tatlarını bulabilirsin. Bier Brezel’in tam karşısındaki sokaktaki yerel birası ile meşhur Vetter’i de tercih ederim edebilirsin. Nitekim bira içmeden Almanya’dan dönmek ayıp olur. Bu arada Heidelberg’de bir çok yerde tüm masalar ortak kullanıma açık. Boş bulduğun yere rahatlıkla oturabilirsin ancak unutma senin de yanında sıkışanlar olabilir. Öyle yabancılama diye bir şey yok, herkes kardeş!
Bölgede bir diğer restoran/cafe bölgesi Unterstrabe (Türkçesi Alt Sokak, Ana Caddenin (Hauptstrabe) paralelinde yer alıyor). Burada Absinthe’e özel bir bar bile var. Yiliy ise tatlısını mutlaka tatman gereken ve arada sahibinin çaldığı piyano ile keyifleneceğin cafelerden. Tercih edebileceğin diğer yemek mekanları ise şöyle, Karlplatz’a yakın olan Michelin yıldızlı Sum Herren Müller, yine bu bölgede bulunan pıblar eski publar (bunlarda zamanında Marilyn Monroe ve James Dean’in falan ağırlandığı söyleniyor); Bismarkplatz’da Cafe Rossi, nispeten merkezin biraz dışında kalan İtalyan restoranı Tati. Bu restoranlar, biri hariç, mutlaka gidilmesi gereken yerler değil, benim gidip gayet memnun kaldığım, bu nedenle tavsiye etmekte sakınca görmediğim yerler. Ama Sum Herren Müller tescilli, ona gidilmesi gerektiğini ben değil uzmanlar söylüyor!
Biraz daha ‘posh’ yani sosyetik takılmak istersen, nehrin karşı tarafında kalan Neuenheim bölgesinde takılabilirsin. Bistmarkplatz’ın hizasında olan köprüden yürüyerek 10-15 dakikada buraya ulaşabilirsin. Burada, hem kahvaltı, hem de akşam yemeği için River Cafe ilk tercih etmen gereken yerlerden. Onun karşısındaki Rossi’de özellikle akşam yemeği için oldukça güzel. Her ikisinin çaprazında bulunan Irish Pub O’Reilly’s Alte Krone ise bölge sakinleri tarafından çokça tercih ediliyor.
Nehrin karşısına geçmişken Neunenheim bölgesindeki River Cafe’de kahvaltını yapıp veya kahvaltı sonrası kahveni içip Filozof Yolu (Philosophen Weg)‘nu arşınlayabilirsin. Burası oldukça uzun, yeşillikler arasında bir yürüyüş yolu. Güzelliği içerisinde saklı.. Zira birden bire kendini devasa bir parkın içerisinde huzurlu bir ortamda buluyor, Heidelberg şehir merkezini, eski köprüyü, Kaleyi karşı yakadan izleyebiliyor ve derin düşüncelere dalabiliyorsun. Adının Filozof Yolu olmasının nedeni de bu zaten. Zamanında bir çok düşünür Heidelberg’de kaldıkları dönemlerde kafalarını toparlamak, dinlemek veya teorilerini sakin bir ortamda geliştirebilmek için çok arşınlamışlar bu yolu. Yürüyünce sen de anlayacaksın, bir süre sonra bir aydınlanma yaşayacakmışsın gibi geliyor. Tam o anda bir de gülme gelmese neler olacak kimbilir..
Nehrin karşı kıyısındaysan (Filozoflar Yolu tarafı yani) ve hava güzelse Heidelberg sakinleri gibi sen de nehir kenarındaki Neckarwiese‘de yayılabilirsin. Neka çayırı (adamlar net!) anlamına gelen bölge, çoğunlukla yağmur alan memlekete azıcık bir güneş geldiği anda dolup taşan bir park alanı. Çoluk çocuk ne varsa toplaşıp geliyorlar. Üstelik belirli bir bölgede sınırlı olmak ve bulduğun gibi bırakmak kaydıyla mangal (onların deyimiyle barbekü) bile yapabiliyorsun. Uzun süreli bir kalış planlıyorsan mutlaka denemelisin.
Heidelberg’e yolun düşerse, ki yakınlardaysan yolun düşmeli, gezmekten, vakit geçirmekten pişman olmayacağın, seni ilim irfan yuvası havasının içine alacak ve bir şekilde mutlu ayrılmanı sağlacak Almanya’nın klasik küçük ama hareketli bir yerine geldiğinden emin olabilirsin..
Miskin Mirket