KARS-ERZURUM
Son günlerde her yerde Çıldır Gölünü, gölün üzerinde gezen atlı kızakları, kaz etini veya sarı balığı ve Ani Harabelerini görüyorsun değil mi? Son bir iki yıldır iç turizmin hareketlenmesi için yapılan çalışma sonucunda buralara gelindiğini tahmin etmek zor değil ama bir kulak vermek lazım! İnsanların bir bildiği var.. Biz Küba seyahatinde gezdiğimiz ekiple bu sefer Nepal’e gitme hevesiyle yola çıktık ve kendimizi Kars’a giderken bulduk. 3 günlük kompakt bir turda kendimizi bambaşka bir diyarda bulduk..
Kars benim beklediğimden çok daha fazla tarihin izlerini taşıyan bir şehir. Bu nedenle yapılacak ilk şey (ki benim için bu hiç bir şehirde değişmez), sokaklarda biraz yürüyüş yapmak. Şehirde Baltık Mimarisinin etkisi büyük. Bunun temel nedeni 93 Harbi’nden sonra Kafkasya ve Rusya’dan kaçan insanların buraya yerleşmesi. Bunların başında isimleri süt içenler olarak Türkçe’ye çevrilebilecek Molokanlar yer alıyor. Ortodoks inancına sahip bu grup hayvancılığı bu bölgede yerleştirenler olarak biliniyor. Kendilerine süt içenler denmesinin sebebi ise, dinen perhiz yapılması gereken zamanlarda bile süt içmeyi bırakmamış olmaları.. Onların bu tutkusu bölgede hayvancılığın ve hayvansal ürünlerin üretiminin yaygınlaşmasını sağlamış.
Kafkasya ve Rusya’dan göç eden kişilerin bir diğer katkısı ise şehir düzeninde olmuş. Kars birbirine paralel sokak ve caddelerden oluşan, belirli aralıklara dikdörtgen şekilde parkları veya yaşam alanlarını içerisinde barındıran bir kent. Aynı nedenle Rus hakimiyetinin olduğu dönemlerden kalma çok sayıda yapı da bulunuyor. Günümüzde neredeyse hepsi devlet binası veya okul gibi devlet hizmeti için kullanılıyor. Özellikle şu an Defterdarlık binası, Valilik, Sağlık Ocağı, Kurşuoğlu ve Fevzipaşa İlköğretim Okulu, Serhat Kalkınma Ajansı hep Baltık Mimarisi eserleri. Cumhuriyet Meydanı’ndan başlayıp Ordu Caddesi üzerinden Kaleye doğru ilerlersen bu yapıların bir çoğunu görmüş olacaksın. Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan Fethiye Camii zamanında kilise olarak yapılmış diğer bir yapı. Kiliseyken üzerinde kümbet varmış ancak kümbet yıkıldıktan sonra yenilenmemiş, camii haline getirildikten sonra ise iki tane minare dikilmiş. Bugünkü camii girşinin tam tersinde yer alan ve bugün tuğla ile kapanmış olan kapısı ise kilise zamanındaki girişiymiş. Ordu Caddesinin bir paralelindeki Gazi Ahmet Muhtar Paşa Caddesinde de çok sayıda yapı görebilirsin. Bu caddeye adını veren konak, Osmanlı Mimarisinin şehirde yaşayan en önemli örneği kabul ediliyor. Üst katı güzel sanatların kullanımına verildiği için gezilemiyor ancak alt katında çok tatlı bir sergi salonu var. Biz gittiğimizde giriş kısmında kimse yoktu ve etraf oldukça karanlıktı. Kapının açık olması ve bölge halkının oldukça misafirperver olmasının verdiği rahatlıkla ışıkları açtık, sergimizi gezdik ve çıkarken bulduğumuz gibi bıraktık..
Baltık Mimarisinin önemli örneklerinden bir başkası zamanında Hekimhan olarak kullanılmış şu an otel olarak hizmet veren Cheltikov.. Kalabalık bir grupsan yukarılara çıkman pek mümkün olmayabilir ama otel işletmesi içeriyi gezmene imkan veriyor.
Yürüyüş rotanı Cheltikovdan sonra Kars Kalesine çevirebilirsin. Zira, Kars Kalesi’ne çıkmak olmazsa olmazlardan. Çıkış aşağıdan bakınca oldukça dik ve haşmetli gözüküyor ancak ortalama 15 dakikada çıkılabiliyor. Göründüğü kadar korkutucu değil yani. Ancak kış aylarında gittiysen bütün yol sıkıştırılmış kar, yer yer ise buzla kaplı olduğundan biraz zorlanabilirsin. Çıkıştan ziyade inişte.. Öyle ki 4 basamaklı merdiveni inmek Everestten inmekten daha zormuş gibi sahnelere tanık olmana neden olabilir. Bizde durum yerdeki otlara tutunmaya varacak kadar manasızlaşabildi 🙂 Yanına bir poşet alıp inişi hızlandırma denemelerinde bulunabilirsin. Bizim bazı denemelerimiz olmadı değil, belki sen daha başarılı olursun 😉
Kale çıkışına başlar başlamaz sağ tarafından bugünkü adı Kümbet Camii olan yapı Ermeniler tarafından kilise olarak yapılmış ve adı 12 Havari Kilisesiymiş. Halen cephesinde 12 havarinin kabartmasını görebilirsin. Ufak tırmanışı tamamladığında, Kale kapısından girmeden önce Kars manzarasını izlemelisin bir süre. Bizim gibi puslu bir günde gittiysen oldukça mistik bir şehir manzarası ile karşılaşacaksın. Ufak bir şehir üzerinde sonsuzluğa uzanan sis bulutları bana Mardin’i hatırlattı. Bu noktada sol tarafından Kümbet Camii ile Harakani Camii, sağ tarafında ise Osmanlı Döneminden kalmış hamamları (Muradiye, Mazlumağa ve Topçuoğlu Hamamları), Üç Tonoz Kemerli Taş Köprüyü, altında cılız cılız akan Kars Çayı ve zamanında Namık Kemal’in (1853-1854 yılları arasında) yaşadığı, ilk şiirlerini yazdığı, şu an ise Aşıklar Evi olan ve alt katı yaklaşık 350 yıllık olan binayı göreceksin. Kalenin içerisinde ise gözlem kutuları, dökme bir top ve kafe var. Kafe ısınmak için birebir ama sahlep içmek istersen süt, hatta çay içmek istersen su bile olmayabilir. Büyük umutlarla gitmemeli ancak çokça bitki çayını içebilirsin. Kale içindeyken sırtını şehre verdiğinde sağ tarafa doğru bir kapı var. Kapının arkasındaki yoldan da aşağıya iniş var, bu taraftaki manzara ayrı bir güzel..
Tam inişin olduğu yerde Kars Kaz Evi var. Kale gezini akşam üzeri bir saate denk getirirsen burada meşhur kaz etini tadabilirsin. Burası kaz etini restoranda servis eden ilk yerlerden biriymiş. Sahibi, zamanında bileziklerini satıp terzi açan, sonra işi genişletip pişirdiği kazları evlere servis eden, aldığı desteklerle bugünlere gelen bir kadın işletmeci. Bizim fiks menümüz evelik ve ısırganotu çorbası ile başladı. İçinde ayrıca patates ve bulgur var. Bölgede kış çorbası olarak da anılıyor ve soğuk algınlığına iyi geliyormuş. O soğuktan sonra öyle bir güzel gitti ki.. Arkasından yöresel peynirlerle yapılmış kete (peynir konusuna ayrıca geleceğim), bir nevi etsiz mantı gibi olan, yoğurt üzeri karamelize soğan ile servis edilen hangele gelince sıra bizde olay bitti. Daha kaz eti gelmeden çorba, kete ve iki porsiyon hangeli indirdik mideye. Pilav üstünde gelen kaz eti ise tüm bu yenenlerin üzerine bile tereddüt etmeden yendi. Bu arada Kars’ta her şey oldukça tuzlu şimdiden bilesin. Çayın yanına ise un helvası geldi. Sonrasında aslında olması gereken yuvarlanarak otele dönmekti ancak bizde durum hiç öyle olmadı..
Yemek oldukça erken başladığı ve erken bittiği için sonrasında otele gitmek yerine bir yere Kars Kaz Evinin tavsiyesi ile Han-ı Hanedan’a gittik. Atatürk Caddesi ile Ordu Caddesinin kesiştiği köşede at heykelinin karşındaki mekan, hem tam olarak Kars’ta aradığımız tadı verdi, hem de Kars’tan çok başkaydı aslında. Biri merkezde biri Sarıkamış’ta görev yapan iki öğretmenin gitar eşliğinde söyledikleri şarkıları dinledik önce. Sonra aşık atışmasını izledik. Her şey o kadar tadında ve yerindeydi ki hiç çıkmak istemedik mekandan. Bunun diğer bir sebebi ise mekan sahibi Naif bey.. Kendisi Boğaziçi Turizm mezunu. Uzunca bir süre İstanbul’da çalışmış sonra 6-7 yıl önce memleketine gelip bu mekanı açmış. Sürekli kitap okuyan ve 10 dakikalık sohbetimiz arasında bize Küçük Prensin bilmem kaçıncı sayfasından alıntı yapan, küfür edeni mekanında barındırmayan, kendi başına gelmese bile tanık olduğu haksızlıklardan yılmış ama yıkılmamış şahane bir ev sahibiydi. Bu nedenle ikinci gecemizde de yemek sonrası soluğu mekanında aldık. Bu arada hanedan misafirperver, han-ı hanedan ise misafirperverin evi anlamına geliyormuş. Kendisine daha uygun bir isim konulamazmış!
Aşıkların anlattığına göre üç tür aşık varmış. Aşık Veysel gibi üstatların olduğu gruba Baş Aşıklar, bizim dinlediğimiz gibi bölgesel yerlerde atışma yapanlara Yöresel Aşıklar, daha bu işlerin başında olanlara ise Çırak Aşıklar deniliyormuş. Bu bilgi de bir kenarda dursun..
Kars’ın bahar ve yaz aylarında da çok gezilesi bir yer olduğunu söylüyorlar ancak Çıldır Gölünün yaklaşık 30 cm kalınlıkta buzla kaplandığı bir zamanda gitmenin daha farklı bir deneyim olduğu kesin. Çıldır Gölünün bir kısmı Ardahan ili sınırları içerisine giriyor. Bu nedenle Gölün turistik kısmına doğru giderken Ardahan il sınırı tabelası önünde fotoğraf çektirebilirsin. Tam olarak bu noktada bulunan tatlı bir kayalık üzerinde de güzel fotoğraflar çekebilir ve donmuş gölün ıssız ve sakin halini deneyimleyebilirsin.
Kars-Ardahan yolu üzerindeki Çıldır Gölünün yaklaşık 10. km’sinde Atalay’ın Yeri’ni göreceksin. İşte orası duracağın sarı balık etini yiyeceğin, buz tutmuş gölün üzerinde gezeceğin ve atlı kızaklarla ufak bir gezinti yapacağın yer. Diğer yerlere nazaran insan popülasyonunun fazlalığından rahatlıkla neresi olduğunu anlayacaksın. Atlı kızakları kullanan iki kişi. Bunlardan favori olan Tekin Akçay. 6 yıl üst üste Çıldır Gölü kızak şampiyonu olmuş. Kızağınıza bindiğiniz anda yöresel türkülerden birini söylemeye başlıyor ve bıkmadan usanmadan her misafirine aynı muameleyi yapıyor. Resimlerini ve türkülerini @tekinnakcay intagram hesabından takip edebilirsin. Gölün üzerinde belirli aralıklarla açılmış küçük delikler ve başında toplanmış insanlar görürsen bir göz atmalısın. Bunlar Atalay’ın Yerinde yiyeceğin sarı balığın çıkarıldığı yerler. Normalde en az bir gece önceden ağlar atılıyor ve ertesi gün geçilerek balıklar avlanmış oluyor. İstersen ağ çekebilirsin ancak genelde çekilen balıkları tekrar ağa dolayıp göle bırakıyorlar ve sen zannediyorsun ki o an sen tuttun. Oysa oldukça turistik bir faaliyet olduğu için sen bir iki dakika mutlu olasın diye bunu yapıyorlar. Fakat azimliysen ve vaktin de varsa yeni ağ attırıp balıkların ağa takılmasını bekleyebilir ve kendi tuttuğun balıkları yiyebilirsin. Ancak söylemeliyim bu iş hiç o kadar kolay değil. Sarı balık ise oldukça lezzetli, zira soğuk ve tatlı su balığı olduğu için fazlasıyla yağlı. Birde üzerine kızartıp getiriyorlar ki benim gibi balıktan haz etmeyen insan bile memnuniyetle yiyebiliyor.
Bu arada ufak bir hatırlatma, bizim gibi kış aylarında gideceksen yanına mutlaka taşınabilir bir şarj cihazı ile telefon kullanmana imkan veren bir eldiven almalısın. Hava oldukça soğuk olduğundan hem telefonun şarjı olmasına rağmen kapanabiliyor, hem de fotoğraf çekeceğim aman hemen sosyal medyada paylaşıp havamı atacağım derken parmakların donabiliyor. Bunlar hep yaşandı!
Çıldır’dan sonra rotamız Ani Harabeleri. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olan şehir 1001 Kilise Şehri veya 40 Kapılı Şehir olarak da anılıyor. İpekyolu üzerindeki Ani’nin geçmişin M.Ö. 5.000’e kadar gittiği söyleniyor. Bölgede yer alan bazı mağaralar bu tarihlere işaret ediyor. Ani şehrine iç ve dış olmak üzere iki sıradan oluşan ve toplamda 4,5 km uzunluğundaki surların arasından Arslanlı Kapı’dan giriş yapıyorsun. Bu kapı üzerinde bulunan Arslan kabartması Selçuklu Sultanı Alp Arslanı temsil ediyor. İçeriye girdikten sonra sol taraftaki patikadan devam edersen büyük bir yuvarlak çizerek bütün bölgeyi gezebilirsin. Farklı dönemlerde kullanıldığı ve haliyle farklı inançları topraklarında barındırdığı için içeri de tapınak da var, manastır da, camii de.
İlk göreceğin yapı, yıkık kilise Keçel Kilisesi. 1930lardaki yıldırım çarpması nedeniyle yarısı yıkılmış, şu an bu yarım hali ile muhafaza ediliyor. Maceralı bir yokuşu indikten sonra ulaşacağın bir diğer yer Tigran Honents Kilisesi. Bölge Gürcü hakimiyetindeyken, (1215) yapılmış. Üzerinde hayvan motifler olduğu için resimli veya şirli kilise olarak da anılıyor. Motiflerin ise İlhanlılar zamanında (1310) eklendiği söyleniyor. Büyük Katedral veya Fethiye Camii ise zamanında kilise olarak (1010) yapılmış ancak Selçukluların fethinden sonra camiiye çevrilmiş. Binanın mimarının Ayasofya’nın onarımını yapan mimar Tiridat Mendet olduğu söyleniyor.
1072 yılında yapılan Ebul Manuçehr Camii, Anadolu’daki ilk camii olarak kabul ediliyor. Ebu Manuçahr, şehri Selçuklu Sultanı adına yöneten kişiymiş bu dönemde. Bu camiinin içerisinden bir ayağı Türkiye bir ayağı ise Ermenistan sınırında olan ve iki ülke arasında sınır niteliği taşıyan ipek yolu üzerindeki taş köprüyü görebilirsin. Nitekim zamanında ipek yolunu kontrol eden bir nokta olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Ani’nin girişin karşı ucunda yer alan Bakireler (Rahibeler) Kilisenin sarp duvarlarının arkasını Ermenistan kendi topraklarında sayıyor, bu nedenle bu bölgede gezinmek sınır ihlali sayılıyor ve yaklaşılmaması öneriliyor, yoksa diplomatik bir krize neden olabilirsin..
Ani sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Selçuklu Kervansarayı, Paladoğlu Kilisesi, Abulhamrants Kilisesi, hamamlar, içkale gibi bir çok yapı ve bölgeden oluşuyor. Her birinin yanında ise açıklayıcı panolar yer alıyor. Yani hangisi hangisi diye deliye dönmene çok gerek yok..
İkinci günün sonunda kendimizi hızlı bir şekilde akşam yemeni yiyeceğimiz yere atıyoruz ve Kaygılar Ocakbaşında Ejder Kebabı yiyoruz. Diğer ikramları değil ama kebabı net tavsiye ederim. Yemek sonrası soluğu Han-ı Hanedan’da alıyoruz.
Gelelim peynir mevzuuna. Benim ve tahminimce bir çok kişinin fare peyniri olarak tanımladığı delikli gravyer peyniri (Kars Gravyeri) burada çok meşhur. Çıkış noktası ise Zagot Köyü. Biz gitmedik ama vaktin uygunsa buraya gidip nasıl yapıldığını yerinde görebilir, müzeyi gezebilirsin. Zamanında Molokanların hayvancılığı yaygınlaşması ile mandıra anlamına gelen zagotlar kurulmuş ve üretim yapılmaya başlanmış. İsviçre’den gelen peynir üreticileri ise bunu başka bir boyuta taşımış; gravyer peynirinin yapılışını sonradan Zagot Köyü olarak anılacak köy halkına öğretmişler. İşviçrelilerin gravyer formülünün, bu yörede otlayan hayvanların sütü ile yapılması sonucu öğreticilerin ürettiği gravyerden daha farklı bir tadı olan kendine has bir peynir oluşmuş. Gravyer haricinde Kars Kaşarı ile Çeçil Peyniri de meşhur. Asıl çıkış noktası Erzurum olan küflü peynir de var, ki kendisi benim favorim. Ayrıca doğal bal ve yağ da alabilirsin. Hatta sarı çiçek otlayan hayvanların sütünden yapılan sarı yağ bölgede çok yaygın. Eritilip tekrar dondurulduktan sonra kullanılan bu yağın daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Hediye için ise bunlar birebir. Kars’ta Ariş, Erzurum’da ise Kesginler veya Kars Bakkaliyesi bu alışverişler için tercih edebileceğin yerler. İsterseniz Türkiye’nin her yerine kargo ile gönderim de yapıyorlar.
Üçüncü ve son günümüzde sabahın erken saatinde, Doğu Ekspresi ile Erzurum’a gitmek için Kars Garı’na hareket ediyoruz. Gerçi Gar binası var mı ben pek emin değilim. Zira biz bir kapısı olan tel örgülerin önünde aracımızdan indik, elimizde bavullarla iki sıra rayların üstünden geçerek trene bindik. Ama bir gar binası vardır en nihayetinde. Yani herhalde..
Kars-Erzurum arası tren yolculuğu yaklaşık 4 saat. Yol üzerinde Sarıkamış dahil bir çok duraktan geçiyorsun. Güneşin altında parıl parıl parıldayan kar tanelerini izliyorsun. Oldukça keyifli bir yolculuk ancak Ankara’dan binip Kars’a ulaşmak ne kadar konforlu olur onu çok bilemedim.
Erzurum, Kars’a kıyasla oldukça büyük bir şehir. Gezilecek oldukça çeşitli yerleri var. Bunlardan ilki Erzurum Kongresi binası. Atatürk’ün ordudan istifa edip sivil olarak katıldığı ve kurtuluş hareketinin ilk toplantısını yaptığı, Sivas Kongresinin temellerinin atıldığı bina. Bina esasen Midirgiç Sanarasayan isimli bir Ermeniye aitmiş. Ermeni tehcirinden sonra devlet elkoymus ve okul olarak kullanılmış. Sonrasında ise Kongre Binası olmuş. Binanın içerisinde kongrenin yapıldığı salonu gezebilirsin. Bu salondan insansız bir foto alabilirsen seni tebrik edeceğim. Yapan yapıyor ama bunu bil!
Zamanında Ermeni karargahı olan Atatürk Evi ise kurtuluş hareketinde Atatürk ve arkadaşlarının karargah olarak kullanmış, Erzurum ve Sivas Kongrelerine ilişkin önemli çalışmalar burada yapılmış. Hatta Atatürk’ün Müfit Kansu’ya “Zaferden sonra hükümet şeklimiz Cumhuriyet olacaktır” cümlelerini bu konakta yazdırdığı belirtiliyor. Bence konağın içinde en ilgi çekici kısım kurtuluş hareketi döneminde çıkan gazetelere ilişkin sergi. İnsan bütün satırları okumaktan, adım adım olayların nasıl geliştiğini takip etmekten kendini alamıyor.
Kuruluşu 5.yy olarak kayıtlara geçen Erzurum’da genel olarak Selçuklu, Saltuklu, İlhanlı ve tabii Osmanlı dönemlerinin izleri var. Bir çok yapıda bunu görebiliyorsun. Yakutiye Medresesi, Lalahan Paşa Camii, Ulu Camii, Çifte Minareler, Erzurum Kalesi ve Kalenin içerisindeki Tepsi Minare gezip görebileceğin diğer yerler. Biz bu yerlerin hepsini gezdik tabi ancak o saate kadar soğuğun içimize işlemesi nedeniyle ayrıntıları çok zihnimde canlanmıyor şu an. Ancak grup içerisinden azimli olanlar ve madem buraya kadar geldik çıkmadan olmaz diyenlerle, ki topu topu 3 kişiydik, Tepsi Minarenin tepesine tırmandık. Tepsi Minare veya saat kulesi, Karahanlı ve büyük Selçuklu döneminde yapılan minare geleneğinin Anadolu’daki en eski temsilcisi sayılıyor. Hatırı sayılır bir merdiveni tırmandıktan sonra kulenin tepesine ulaşıp, Erzurum’u kuşbakışı izleyebilirsin.
Erzurum merkezdeki Taşhan, özellikle oltu taşından yapılmış yöresel takılardan satın alabileceğin bir yer. Oltu taşı adı üzerinde Erzurum’un Oltu ilçesinden çıkarılan siyah renkli bir maden. Normalde yumuşak bir madde ancak oksijenle temas edince sertleşiyor ve taş halini alıyor. Çin malı muadili denilebilecek Gürcü veya Rus taşı da denilen bir çeşidi daha satılıyor bu dükkanlarda. Oltu yanıcı bir madde, bu nedenle yakınca yanıyor haliyle. Bu da taşın gerçek oltu olup olmadığını anlamanın bir yolu, ama çok mantıklı değil sanki. Bir diğer yöntem ise taşın arkasında bakmak. Eğer taşın arkası açık kahve ise oltu taşı, koyu kahve ise Rus (veya Gürcü de deniliyor) taşı. Hiç olmadı fiyat farkından hangisinin gerçek oltu hangisinin çakma olduğunu anlayabilirsin. Gerçek oltu her zaman daha pahalı. Ama pahalı deyince acayip bir rakam gelmesin aklına. Ufak bir oltu taşı olan küpe 40 TL ise Rus taşı olan 20 TL civarındadır muhtemelen.
Erzurum’da uğramadan geçmeyeceğin ve mideye kebabı indireceğin yer ise Meşhur Tortum Koç Kebapçısı. Kendileri cağ kebabının mucidi kabul ediliyorlar. Çıkış noktası Erzurum olan kebap, bölgede ve büyük şehirlerde oldukça yaygın. Özelliği döner gibi dik değil, yatık bir şişte, tercihen meşe odunundan yanan bir ateşte pişen kuzu ve koyun eti olması. Pişen kısım yine yatık bir şekilde şişlere dizilir ve sen dur diyene kadar servis edilir. Enfestir enfes! Mekanın tatlı bir özelliği de çıkışta kurucusu olan Kemal Koç’un ufak bir şiir kitabının hediye ediliyor olması.
Son olarak eski yerel hayatı tatmak istersen girişte ayakkabılarını çıkarıp yer sofralarında oturduğun Erzurum Evleri’ne gidebilirsin. Yer sofralarına kurulup, semaverde kıtlama şekerle çayını hüpürdeterek içebilirsin mesela.. Dönüş yolculuğuna çıkmadan önce güzel bir dinlenme noktası 😉
Miskin Mirket
Harika yazmışsın 👍
Müthiş bir yazı daha.. Bütün bu bilgileri aklımda tutmak isterdim o yüzden basıp birkaç kere daha okuyacağım. Meğer bilmediğimiz ne çok şey varmiş. Bir önceki yazimdaki önerimi yineleyeceğim. Bunları yabancıların da okuması gerek. Lütfen İngilizce de yaz. Ege ve Akdeniz konulu turistik yazilardan bıktık, bu yörelerin de çok ilginç bir tarihi ve gelenekleri var. Ellerine sağlık, büyük bir keyifle okunuyor. Pek çok sevgiler.