KÜBA #2
Alışveriş konusu Küba’da son düşüneceğin şey olmalı demiştim bir önceki yazıda. Sonunda kadar arkasındayım. Yine de bir iki yer var uğraman gereken. Kapalı bir ekonomi olması nedeniyle sağlık, sanat gibi faaliyetlerde çok gelişmiş bir yer Küba. Bunu sokak aralarındaki bir çok dükkanda görebilirsin. El yapımı objeler, tablolar, çantalar gırla. Hepsini bir arada bulabileceğin yer ise Hediyelik Eşya Pazarı. Deniz kıyısına konuşlanmış, Nişantaşı veya Perşembe pazarı ayarında bir yer burası. İçerisinde çeşit çeşit tablolardan, el yapımı yelpaze veya kalemlere, çantalardan, topraktan yapılmış magnetlere kadar zilyon tane şeyi burada bulabilirsin. Hediyelik bir şeyler mutlaka alman gerekiyorsa buraya girmişken al gitsin, bitsin bu iş. Bir de pazarlık yapmayı unutma sakın.
El yapımı objeler haricinde alabileceğin şeyler tabiki puro ve rom elbette. Tütün alışverişini Benito gibi tütün çiftliklerinden de, puro fabrikasının satış mağazasından da alabilirsin. Benito kim mi? Bir görsen unutmayacaksın muhtemelen. Ayrıntılar yazının devamında.. Bu arada sokaklarda sana el altından puro satmak isteyen insanlarla karşılaşabilirsin. Peşlerinden gitmen pek tavsiye edilmiyor. Başına büyük ihtimalle kötü bir şey gelmeyeceği ancak riske değecek kalitede purolar satın alamayacağın söyleniyor.
Yiyecek içecek mevzuu seni üzmeyecektir Küba’da. Tavuk, pilav konusuna uzak değilsen, ki Türkiye’de yaşıyorsan aşına olmalısın, birde ıstakoz seviyorsan Küba’da aç kalmazsın. Genelde öğünler içeceği ile beraber aşağıda yukarı 25-30 cuc civarında. Hepsinin yemeklerinin tatmin edici ve güzel olduğunu söyleyebilirim. Bir iki restoran tavsiyesi vermek gerekirse, ancak gittiklerimizden bahsedebilirim. Mesela ilk gecemizde La Fontana’ya gittik. Burası en eski özel işletmeli restoranlardan biri. Bir aile işletmesi. Bunun dışında aynı standartlarda Ivan Cef ve Laguarida gibi köklü restoranlar var ama bunlar grupları kabul etmiyorlarmış maalesef. Kalabalıksan ve illa gitmem gerekiyor diyorsan gruptan birilerini geride bırakacaksın mecbur. La Fontana haricinde, eski bir matbaadan çevrilen, adı üstüne matbaa anlamına gelen La Imprenta’da ve bir akşam La Cabana’daki La Divina Pastora La Tasca’da yemek yedik. Ha bir de unutmadan tabi kii yine Hemingway’in izlerinin olduğu, hatta içerisinde bir heykelinin bile olduğu El Floridita’da yedik. Burada atlanmaması gereken şey Heminway’in de tavsiyesi üzerine Daiquiri içmek. Bu arada Hemingway hayranıysan, Havana’nın yaklaşık 10 km uzağında olan Finca Vigia’ya gidip Küba’da yaşadığı dönemde kaldığı evi gezebilirsin.
Havana’da hayat öyle erkenden bitmiyor tahmin edersinki. Latin kültürünün hakim olduğu şehirde gece 2’lere kadar Malecon’da oturan insanları görebilirsin veya Prado’da sabah akşam fark etmeden müzik dinleyen ve dans eden insanlarla karşılabilirsin. Her köşe başından canlı müzik yapan bir grup çıkabilir. En hareketsiz insan bile olsan, hayatta oynamam bile desen, Küba’daysan bu hareketin bir şekilde içine gireceksin emin ol. Sokak ortasında, köşe başında, restoranın içinde, otelin lobisinde, karşı abartmanın balkonunda veya canlı performansların olduğu gece programlarında dans edenlere eşlik edebilirsin. Bunlardan biri eski Hilton yeni Habana Libre otelinin roof’una gidebilir, şehir merkezindeki Sloopy Jones’a gidebilirsin. Ya da daha şahane bir aktiviteye dahil olmak istersen dünyada sayıları artık sınırlı olan Bueno Vista Social Club’a gidebilirsin. Dünyada sayılı kalmış ekiplerinden biri Havana’da Bueno Visto Social Club’ın. Ana kadro oldukça yaşlı ama enerjileri belki gençlerindekiyle aynı. Bir de Küba’ya Patika Travel ile gidersen, gitmeden önce giriş seviye salsa dersi bile alabiliyorsun. Böyle her köşe başında dans eden insanlara eşlik edip Fransız kalmaktan kurtuluyorsun 😉
Havana’da ne olursa olsun gidilmesi gereken asıl mekan FAC. İngilizce biliyorsan ve okuduğunda yüzünde bir gülümseme oluyorsa çok ayıp ediyorsun. Çünkü FAC, ‘Fabrica de Arte Cuban’ demek. Küba Sanat Fabrikası olarak çevirilebilir gayet. Eski fındık yağı fabrikası olan bu mekan anlatılmaz yaşanır. Haftanın belirli günleri açık olan (Perşembe-Cuma-Cumartesi-Pazar) mekana girebilmek için ciddi bir kuyruk beklemen gerekiyor. Pes etme bekle. Ama beklerken gözün yancılara karşı açık olsun. Çünkü bir bakmışsın önündeki 3 kişilik grup 6 kişi olmuş veya arkandaki sıra arkandaki grup önüne gelmiş. Olsun, hiç sinirini bozma. Eğer bizim gibi bir grupsan yanyana dizilerek (tercihen kolkola da olabilir) Çanakkale geçilmez edasıyla kaynak teşebbüsüne engel olabilirsin. İyi bir takım çalışması ile başarıya ulaşmaman mümkün değil, tecrübeyle sabit! Böylece zamanın nasıl geçtiğini de pek anlamıyorsun. Win win! Mekanın girişi 2 cuc, içeride ise nakit çalışmıyor. Girişte verdikleri karta içtiğini işletiyorsun ve çıkışta hesaplaşıyorsun. Sistem gayet güzel işliyor. İçerisini anlatmak istiyorum ama pek olmayacak gibi. Bir kere asıl olarak bir sanat galerisi burası. Daha çok modern sanat eserleri görüyorsun. Ancak aynı anda çok sayıda canlı performanslar var mekanın farklı yerlerinde. Bir yerde iki kişi akustik performans sergilerken, eserlerle bezeli dar koridorlardan geçerek ulaştığın koca (ve klimalı) bir salonun sahnesindeki DJ sayesinde house müzik dinleyebiliyorsun. Sonra bu salonun diğer ucundan çıkıp bir sinema salonuna girebiliyorsun. Asma katında serginin devam ettği, arkasında bir barın olduğu ve bir tarafı avlu gibi bir yere açılan bir sinema salonu. Kafada çok canlanmıyor değil mi? Ama anlatılmıyor işte, Havana’daysan mutlaka gitmen lazım.
Küba elbetteki Havana’dan ibaret değil. Gitmişken gezebileceğin ve gezmen gereken bir çok yer ver. Bunların başında Havana’nın batısında kalan Vinales. Pinar de Rio bölgesinde yer alan kasabada tütün çiftlikleri var. Yol üstünde pek duracak yer yok ona göre tedarikli gitmen gerekiyor. Biz Benito isimli bir çiftçinin çiftliğine gittik. Çiftlikten ziyade karizmasıyla Benito ilgimizi çeti, kendisi de bu ilgiye çok alışık olduğundan durumu sağolsun hiç yabancılamadı, mahçup etmedi bizi. Önce bize tütün yapraklarının asılı olduğu ahır görünümlü bir yer de tütün tohumundan başlayarak tütünün nasıl yetiştirildiğinden puronun sarılışına kadar olan süreci anlattı. Elleriyle bir de dalından koparılmışcasın bir puro sardı. Benim gibi sigara bile içmeyen insanlar için bile tadından yenmeyecek keyifle püfür püfür bir tecrübe oldu.
Vinales’de kocaman ama rengarenk bir kaya parçası var uğraman gereken. Burası Mural de la Prehistoria. 120 metreye 80 metre büyüklüğündeki bu duvarın üstünde prehistorik dönemden dinazorlar başta olmak üzere bazı figürler var. Zamanında Havana kendini geliştirdiği ve diğer bölgeler geri kaldığı için Castro bu bölgeyi de canlandırmak istemiş. Emir demiri keser hikayesinden yola çıkarak Morillo tarafından 1961’de yapılmış Mural. Tabi bu büyüklükteki bir yer tek başına yapılmamış, bölge çiftçilerinin de yardımı ile bu duvar renklendirilmiş. Şimdi ise oldukça popular turistik noktalardan biri. Gittiğinde bir amca seni familyasını tam bilemediğim bir büyükbaş hayvanla karşılayabilir seni. Üstüne binip, yanında durup arkana da Mural’i aldın mı enfes fotoğraflar çektirebilirsin. Bir de kafesinde Pina Colada içmelisin. İçip içebileceğin en güzel Pina colada burada, aman kaçırma!
Havana’nın doğusunda ise ilk gideceğin yer Trinidad. Havana’dan ve sanki Küba’nın geri kalanından çok daha başka bir yer. Ancak Trinidad’a gelmeden önce uğraman gereken bir iki yer var. Bunlardan ilki Santa Clara. Devrim hareketinin önemli zaferlerinden birinin burada Che öncülüğünde kazanılması nedeniyle büyük önem taşıyan bir yer burası. Turistik ziyaretin amacı ise Che’nin (ve kendisi ile birlikte bulunan diğer askerlerin) mezarının, eşyalarının, fotoğraflarının olduğu bir müze ile devasa bir heykelinin burada yer alıyor olması. Bence müzenin en ilgi çekici parçalarından biri Che’nin Bolivya’ya kaçabilmek için saçlarını tek tek yoldurduğu, deli gibikilo alıp yaşlı bir adam haline dönüştüğü ve bu halini ayna karşısında durarak fotoğrafladığı kare.. Dikkatli bakınca delici bakışlarınla bildiğin Che ama onun dışında hiç bir şey oymuş gibi değil. Özellikle mezarların olduğu bölüm ve devasa anıt görülmeye değer. Bu arada biliyorsun Che’nin asıl ismi Ernesto Guavera. ‘Che’ ise zamanla adının önüne geçen ve ‘hey man’ yani ‘hey dostum’, ’adamım’ gibi bir anlamı olan lakabı. Bu bilgiyi de buraya koymuş olalım.
Trinidad’a giderken yol üstünde görebileceğin bir diğer yer Cienfuegos. Burası ülkenin en büyük körfezi ve liman şehirlerinden biri (bir diğeri Havana zaten). Biz bir öğlen yemeği molasında burayı görebildik. Yemek yediğimiz yer ise körfez manzarasını ayaklarının altına seren kocaman süslü bir konak olan Palacia De Valle’in yemekleri de oldukça güzeldi.
Gelelim Trinidad’a. Ülkenin güney kıyısındaki şehir ile Havana arası araçla 6-7 saat uzaklıkta. Havana’dan oldukça farklı bir yer burası. Birbirlerine bitişik tek katlı ve her biri ayrı renk evlerin olduğu arnavut kaldırımlı bir kasaba Trinidad. Evlerin içine girince anında salona girmiş oluyor. Seni oymalı, goblenli mobilyalar karşılıyor. Mobilya kumaşından biblolarına kadar sanki 80’li yıllardaki anane evlerine girmiş gibi oluyorsun. Salonu, mutfak ve odalar takip ediyor ve neredeyse bütün evlerin arkaya doğru ufak bir bahçesi var. Bu evlerin bir çoğu aynı zamanda konaklayabileceğin bir nevi butik oteller. Bunlara ‘casa particular’ deniliyor. Küba’nın bir çok yerinde bu isimdeki ve devlet denetimli misafirhanelerde konaklayabilirsin. Bu sayede Küba’lı ailelerin yaşamına bir nevi tanıklık ediyorsun. www.mycasaparticular.com sitesi üzerinden bu evlere göz gezdirebilirsin.
Havana’da olduğu gibi Trinidad’a da yapmak gereken sokak aralarında mümkünse kaybolacak şekilde dolaşmak. Yolunu kaybettin zannetsen bile bir noktada merkezi bulacaksın emin ol. Ara sokaklarda bizim lokmaya benzer yağda kızartılan bazı sokak tatlarından da tadabilirsin veya La Canchanchara’da aynı isimli ballı limonlu içeceğin tadına bakabilirsin. Akşam ise turistlerin ve halkın toplandığı, bir nevi İspanyol Merdivenleri’ni andıran Casa De La Musica’ya uğramalısın. Merdivenlerin ortasına kurulmuş bir orkestra ve dansçılarla birlikte bilsend e bilmesen de salsa yapacaksın. Buraya benzer bir kaç yer daha var Trinidad’da ama en güzeli bu dediler, çok da haklılarmış. Casa De La Musica’dan sonra geceye devam etmek istersen Cave diye bir disco var. Bildiğin bir mağaranın içini discoya çevirmişler, sabah kadar dans.. mağara olmasından mütevellit biraz havasız ve nemli bir ortam ama istersen gidip kendin görebilirsin.
Bizim Küba’daki en son noktamız Varadero’ydu. Varadero son iki gece konakladığımız, hem dinlenme amacıyla hem de bütün turlar bir şekilde götürdükler için gidilen bir tatil köyü bölgesi. Bildiğin her şey dahil tatil köt formatında okyanusa girmenin ve dinlenmenin tadını çıkarabilirsin. Yorucu ve tempolu bir seyahat ile uzun dönüş uçuşu öncesinde baya iyi geliyor. Ama yine de zorunlu olmadıkça gitmesen olmayacak yerlerden değil.
Son dönemlerde Amerikan ambargosunun gevşemesi, Fidel Castro gibi ülkeyi bugünlere getiren bir liderin hayat gözlerini yumması nedeniyle, önümüzeki yıllarda çok farklı bir yer haline geleceği koşulsa da, sadece yaklaşık 60 yılda oluşanın ötesindeki köklü kültürü, ırktan dinden arınmış çeşitliliği ve sana imkan kıtlığı gibi gelen bolluğu ile kolay klay bozulacak bir yer değil Küba. Yine de sen işler biraz bile değişmeden bulduğun ilk fırsatta gitmelisin. Çünkü bu ülke, topraklarında bulunduğun ilk anda etkisine alacak, kolay kolay etkisinden kurtulamayacağın bambaşka bir dünyaya götürecek, sahip olduklarını, sahip olduklarına rağmen yaşadığın asıl dünyadaki paylaşılamazlığın anlamsızlığını sorgulatacak ve belki benim gibi her daraldığında zihninde kaçıp gittiğin bir yer olacak..
MiskinMirket
Deniz’ciğim, eline, yüreğine sağlık, çok güzel yazmışsın, tekrar Küba’ya gitmiş kadar oldum. Senin çok genç yaşta bu yolları yapmandan ve gördüklerini özümsemenden ayrıca mutluluk duyuyorum. Yolun ve şansın açık olsun yavrum…
Bu arada turunuzda Santa Clara ve “Che” nin olmamasının çok büyük bir eksiklik olduğunu düşündüğümü söylemeden geçemeyeceğim…🤔
Işıl teyzeciğim haklarını yemeyin benim bilemediğim teknik bir nedenden ötürü Santa Clara yokmuş gibi olmuş, oyda çok güzel vardı :))) Yazı buna göre güncellenmiştir 🙂
Deniz’cigim, 2. bolumu de su gibi okudum, eline, kalemine, yuregine saglik….tabii kisa surede her seyi gormek mumkun olmuyor ama Patika Tur, Che ve Santa Clara’yi da kapsayan program yapamaz mi acaba… Birinci bolum icin yaptigim yorumu yorumlar arasinda goremedim…, yanlis yere mi gonderdim merak ettim…. Izlenimlerini okuduktan sonra, en kisa zamanda Cuba’ya gitmek istiyoruz, anilarin bize guzel bir rehber olacak…,
Merhabalar, öncelikle çok teşekkür ederim yorumlarınız için. Santa Clara turumuzda vardı ve çook güzeldi. Tur boyunca Che ile ilgili çok ayrıntılı bilgi de verildi. Patika bunları duysa beni bir daha almayabilir turlarına 🙂 Santa Clara benim yazımda nereye uçmuş onu bilemedim hiç, çünkü yazdığıma adım gibi eminim. Bir şeyler olmuş bilmediğim 😀 Yazımız Santa Clara ile güncellenmiştir 🙂