KÜBA #1
‘Küba nasıldı?’ sorusuna verdiğim çok jenerik bir cevap var. Suratıma yayılan sırıtma eşliğinde önce uzaklara dalıyorum ve iç çekerek bir nefeste ‘çook güzeldi’ diyorum. Sonra hemen içim cız ediyor ‘güzel’ dediğim için ve hemen düzeltiyorum ‘yani çok değişik’. Bambaşka ve belki çok uzun bir süre de devam etmeyebilecek bir yaşam tarzı içerisinde bir yandan büyülendiğin bir yandan ise imkanların ne kadar az olduğuna üzülüp az şeyle mutlu olunabileceğini düşündüğün ve hatta kendini, sahip olduklarını sorguladığın bir yer Küba.
Cristoph Colombus’un Amerika ile eş zamanlı olarak Küba’yı keşfinden başlayan bir tarihçesi var aslında. Bu yazıda tarihsel sürece değinmeyeceğim (umarım yakın zamanda ayrıntılı bilgiye daha sonra bu sayfalardan ulaşabileceksin). Bence günümüz Küba yaşamını anlayabilmen için bilmen gereken en önemli şey 1959’daki devrim hareketi neticesinde ülkenin sosyalist düzen ile yönetilmeye başlanması. Devrimden 2008 yılına kadar devlet başkanlığını yürüten Fidel Castro (bu yazıdan iki gün önce 90 yaşında yaşama veda etti) kardeşi Raul Castro (halihazırda devlet başkanlıığını yürütüyor), kısık gözleri ile ufuklara bakarken çekilen fotoğrafı ile tüm dünya tarafından tanınan Ernesto ‘Che’ Guevera ile özel bir ilgin yoksa adını sanını pek duymadığın ve şaibeli ölümü nedeniyle duymayabileceğin Camilo önderliğindeki devrim hareketi ile ülkenin Amerikan’ın sömürgeciliğinden çıkmasıyla yeni bir dönem başlamış. Bu ekip dünya tarihine adlarının yazılmasını sağlayan büyük işler başarmışlar bu dönemde. Küba’nın neresinde gezersen gez her yerde Che’yi ve Jose Marti’yi göreceksin ancak Fidel’e pek rastlamayacaksın. Bunun nedeni yaşadığı dönemde ön plana çıkmak istememesiymiş. Özel bir vasiyeti yoksa bu konuyla ilgili muhtemelen ölümü ile bu durum değişikliğe uğrayabilir.
Bilimsel bir araştırma yapmadım ama Küba sosyalist düzen ile yönetilen, kapalı ekonomiye sahip nadir ülkelerden. Temel gıda malzemeleri karne ile alınıyor, benzin ihtiyacını, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri devlet karşılıyor. Oteller ya tamamen devletin ya da çoğunluk hissesi devletin olacak şekilde İspanyolların (ki bu ortaklığın sıkı koşulları var). Transfer veya rehberlik gibi hizmetler de devlet tarafından karşılanıyor. Halkın çok byük bir kısmı kendi evinde oturuyor, kendi evi olmayanlar ise devletin kiracısı oluyorlar. Ülkeye cep telefonu çok yeni ancak pahalı olduğu için hala çok yaygın değil. Mal satışına ise neredeyse 5-6 yıldır yapılabiliyor. Fakat bunun da sıkı koşulları var. Örneğin sattığınız kişi uzun yıllar aynı malı başkasına satamıyor. Yurtdışında çıkış yasağı da bulunmuyor ancak pasaport çıkarma ve ulaşım oldukça masraflı olduğu için halkın büyük çoğunluğu istese de çıkamıyor.
Tüm bunların yanında sağlık sektörü oldukça gelişmiş durumda. Amerikan ambargosu, üstüne Sovyet Rusya’nın yıkılışı ilaç tedariki bakımından ciddi sıkıntıya girilmesine neden olmuş. Çareyi doğal çözümler üretmekte bulmuşlar. Hatta yardıma ihtiyaç duyan Bolivya’ya bile doktor göndererek destek oluyorlar.
Küba büyük oranda güvenli bir yer. Sokaklarda gezerken endişe etmeye çok gerek yok. Ancak ülkede elektrik sıkıntısı olduğu için geceleri bir çok sokak ve meydan (çok merkezi olanlar hariç) karanlık oluyor. Insan biraz ürküyor ama turistlerden medet uman ve kaçıp gitmelerini istemeyen bir halkın içinde olduğunu düşünerek rahatlayabilirsin. Sen yine de kendini kolla, tedbiri elden bırakma tabiii.
Bilmen gereken önemli konulardan biri Küba’daki para birimi mevzuu. İki ayrı para birimi geçerli Küba’da. Bunlardan biri turistler için olan Convertible Pesos, yani Cuc (Kuk diye okunuyor). Diğeri ise vatandaşların kullandığı Pesos. Cuc kuru Euro ile eşdeğer durumda bizim için ancak Pesos’un değeri oldukça düşük. Turizm önemli bir gelir kaynağı olduğu için bu yola başvurulmuş durumda. Sana zaten Cuc’tan başka bir şey vermeycekler ama senin dikkat etmek gereken şey alışveriş yaparken para üstünü Cuc olarak aldığından emin olman. Her ülkede olduğu gibi burada da kandırmaya çalışıp para üstünü pesos ile vermeye çalışanlar olacaktır. Aman diyeyim alma! Hem daha değersiz olması nedeniyle para üstü olarak beklediğin değerde bir para almayacaksın hem de onu başka bir yerde kullanmayacaksın. Zira turistlerden pesos almıyorlar hiçbir şekilde. Cuc olduğunu nasıl anlayacağım diyorsan, okuma yazman varsa üzerinde yazıyor endişe etmeye gerek yok 🙂 olmadı kağıt kalitesinden anlayabilirsin. Cuc kağıdı pesosa gore daha kaliteli. Ülkenin en büyük gelir kaynakları ise puro, şeker kamışı ve turizm.
Küba’yı bildiklerinden ayıran şey, devrim hareketinin Amerika’ya karşı yapılması nedeniyle başlayan ambargo ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması ile en büyük destekçisini kaybetmesi nedeniyle zamanın belli bir anda durmuş olması. Bunun en güzel örneği ise muazzam güzellikte ve eskilikteki binaları ile Amerikan arabaları.
İşte ilk yapman gereken bu Amerikan arabaları ile Havana sokaklarını gezmek (fiyatları lokasyona göre 5-10 Cuc arasında). Arabalar devrimden önce geldiği için en yenisi 1959 model. Devrimden sonra yedek parça vs getirilemediği için bozulan parçaların yerine eldeki koşullarla çözüm bulunmaya çalışmış, bu sayede de araçlar bu zamana kadar korunmuş. Mutlaka bir şehir turu yap bu arabalarla hatta mümkünse üstü açık olsun. 50’lerden kalma arabalarda klima olmamasına rağmen su atma yöntemiyle kilo vermek istiyorsan, hem gezerim, hem de zayıflarım diyorsan üstü kapalı olan bir araba da tercih edebilirsin. Bu arada ben arabamı kiralarım bütün adayı karış karış gezerim dersen, hemen söyleyeyim pek tavsiye edilmiyor. Amerikan ambargosu ve Sovyet Rusya’nın yıkılışından bu yana petrol sıkıntısı yaşanıyor adada. Nerede ne zaman benzin istasyonu bulacağına güvenmemen gerektiği gibi bulduğun istasyonda benzin hiç olmayabilir. Yani ‘hiç mi yok?’ sorusu burada işlemiyor. Bilki yok diyorlarsa hiç ama hiç yok. Petrol sıkıntsının başlamasıyla devlet ilk olarak toplu taşımaları kısıtlamış (hala mevcut petrol rezervi ağırlıklı olarak onlara saklanıyor olsa da güven olmaz) ve devlet kontrolünde otostop sistemini uygulamaya koymuş. Buna göre, arabanda oturacak yer varsa, şehirler arası yollarda bekleyen insanları aracına almak zorundasın.
Havana’da ulaşım anlamında turistik anlamda yapabileceğin bir diğer şey ‘cocotaxi’ler. Sarı kabuklu böcek görünümdeki üç tekerli bu araçların her yerde vızır vızır geçtiğini görebilirsin. Hem şehri gezmek hem de ulaşım aracı olarak kullanmak için oldukça uygunlar. Ancak uyarayım seyahat boyunca bolca egzos yutuyorsun ve elde olmayan bir şekilde Coco Jambo şarkısını mırıldanmaya başlıyorsun. Hemen yüzüne ekşitme bunlar hep yaşandı! Burada ulaşımda neyi tercih edersen et pazarlık yapmayı unutma. Zira her türlü alış-veriş pazarlığa tabi Küba’da. Bu arada bir yerden bir yere giderken taksiyi de kullanabilirsin. Malum kısıtlı imkanların olduğu bir ülke olması sebebiyle taksiler de Türkiye’de veya Avurpa ülkelerinde gördüğün gibi değil. Kimsinin tavan döşemesi yok, kimisinin ön konsolunda yeller esiyor, hatta kimisi düz kontak yöntemi ile çalışabiliyor. Sakın buradan sağ çıkmayağım gibi bir düşünceye kapılma, bunlar hep yokluktan, maalesef.
Amerikanlarla veya Cocotaxi’yle veya tabanvay fark etmez, ilk uğrayacağın yerlerden biri Devrim Meydanı. Bir köşesinde kahraman olarak anılan Jose Marti’nin anıtının olduğu, diğer bir köşesinde ise üzerinde Che ve Camilo’nun silüetlerinin olduğu devlet binalarının olduğu kocaman beton bir alan burası. Camilo kim dersen, kendisinin adı bizlere pek ulaşmamış ama Fidel-Raul Castro kardeşler ve Che ile birlikte devrim hareketinin liderlerinden kendisi. Şabeli bir hikayesi var. Tarikçe yazısında ayrıntıları bulacaksın. Devrim hareketinin başlangıcı olarak kutlanan 26 Temmuz veya 1 Mayıs gibi önemli kutlamalar bu alanda yapılıyor ve o kocaman beton alan coşkun bir kalabalıkla dolup taşıyormuş.
Beton alandan sonra biraz temiz hava almak için Havana Ormanlarına gidebilirsin. Şehrin neredeyse içinde yer alan ormanlar bizim ormanlardan, haliyle çok başka bir doğaya sahip. Yapraklarını aşağıya ip gibi sarkıtmış kocaman sarmaşık gibi ağaçların olduğu, ortasından dere geçen, bir anda tüm havanı değiştirebilecek bir orman burası. Birde akbabaları var. Çok fazla olması nedeniyle Küba güvercini olarak anılan akbabaları şehir içerisinde dahi her yerde görebilirsin. Yakından ürkütücü olsalar da havada kanat çırpmadan süzülüşlerini izlemek hoşuna gidecek.
Şehre geri dönelim ve mümkünse Malecon’da biraz salınalım. Malecon, 8 km uzunluğunda bir sahil şeridi . Yapıldığı 20. yüzyıl başlarından beri arkadaşların, sevgililerin, balıkçıların veya biraz kafa dağıtıp düşünmek isteyenlerin buluşma/toplanma noktası. Özellikle 22:00-02:00 saatleri arasında burada oturacak yer bulamayabilirsin. Havana’lılar daha geç saatleri tercih etse de bence en güzel zamanı günbatımının olduğu saatler. Bir tarafında okyanus suyunun çarptığı sahil duvarı, diğer tarafta amerikanların cirit attığı sahil yolunda günbatımını ve şehri seyre dalmak olmazsa olmazlardan.
Malecon’da yüzünü denize verip oturduğunda sağ tarafında bir deniz feneri göreceksin. İşte orası El Morro Kalesi. Kale, 1589 yılında Havana Körfezi’nin giriş kısmını korumak amacıyla inşa edilmiş. O dönemde olası saldırıların denizden geleceği ve bu kalenin hiçbir şekilde geçilemeyeceği düşünülürmüş. Ancak 1762 yılında karadan gelen bir saldırı ile İngilizler tarafından kale ele geçirildikten kısa bir süre sonra karadan gelecek saldırılarak karşı korunmak amacıyla La Cabana yapılmış.
Zamanında El Morro Kalesinden karşı kıyıya deniz üstünden, bir bakır zincir çekilerek, körfezin girişi kapatılıyor ve güvenlik sağlanıyormuş. Aynı zamanda halkı kaleye yani şehir içerisine çağırmak için top atışları yapılıyormuş. Hala saat 21:00’da temsili olarak bu top atışları yapılıyor(muş). ‘Muş’ diyorum çünkü La Cabana’da akşam yemeği yemiş olmamıza ragmen baya hatırlamıyorum bu mevzuuyu.
La Cabana’ya ilişkin bir de magazinsel bir bilgi vereyim, burası tarihsel önemi yanında aynı zamanda Che’nin ikinci evliliğini yaptığı yer. Sen biliyor muydun bilmiyorum ama ben Che’nin evli olduğunu, hatta iki defa evlendiğini, 5 tane de çocuğu olduğunu Küba’da öğrendim. Ben daha çok iş hayatıyla ilgilenmişim demekki 🙂 Siyasi bir evlilik olarak anılan ilk evliliğini Hilda Gadea ile yapmış Che. Bu evliliğinden 1 çocuğu olmuş. İkinci evliliğini ise kendisi gibi devrime gönül veren Aleida March ile yapmış. Bu evliliğinden 4 çocuğu olmuş. Bu çocuklarından biri Camilo Guavera geçenlerde İstanbul’a fotoğraf sergisinin açılışı için geldi, gidip görmeyen kalmadı hatırlarsan.
El Morro Kalesi’nin karşı kıyısında yer alan ve ülkesinin tarihini değiştiren devlet adamlarının büstlerinin yer aldığı parkta Atatürk büstünü görebilirsin. İnsan ilk olarak kendi kendilerine yaptıklarını düşünüp duygulanıyor ama aslında Türk Hükümeti’nin talebi ve tabii Küba yetkililerinin onaylaması ile yapılmış. Her halükarda dünyanın bir ucunda görmek oldukça gurur verici.
Havana’da muhtemelen en çok gezeceğin, sokaklarını arşınlayacağın bölgeler Habana Vieja (Eski Havana) ve Habana Centro (Merkez Havana). Bu bölgede ‘tursit’ olarak ilk yapman gereken, Habana Vieja’daki ana caddelerden Paseo de Marti üzerinde, beyaz saray binasının bir boy küçüğü olan El Capitolio’yu görmek. Tahmin edeceğin üzere Amerika ile iyi ilişkilerin olduğu bir dönemde yapılmış. El Capitolio zamanında devlet binasıymış. Sonrasında meclise verilmiş, devrimden sonra ise bilim enstitüsüne verilmiş. Son 4 senedir tadilatta, bittiğinde ise yine meclisin kullanımına tahsis edlecek. El Capitolio’nun tam karşısında ise dizi dizi duran rengarenk evler göreceksin. İşte bu noktada Havana’nın geneline ilişkin çok net bir fikir edinebilirsin. Rengarek konak gibi sütunlu evler. Balkonlarında asılı çamaşırları, içeriden yükselen müzik sesleri ve mutlaka önünden geçecek olan amerikan arabaları ile tam bir Havana tablosu. Nitekim burası, Havana’nın en popüler fotoğraf karelerinden birini çekmeni sağlayacak nokta aynı zamanda.
Habana Vieja ve Habana Centro bölgelerindeki ana meydanları ve işlek caddeleri belirli bir sırayla gezebilirsin. Mesela ilk olarak Plaza de la Catedral‘den başlayabilirsin. Burada iki önemli şey var yapman gereken; ilki Ernest Hemingway sayesinde Mojito’su ile ünlenen La Bodequita Del Medio. Günün neredeyse her saatinde sana eşlik edecek bir müzisyen grubunu içeride bulabilirsin. Ama dikkatli ol Türkiye’den geliyorum deyince Issız Adam şarkısını çalabiliyorlar. Benim gibi her türlü ıssızlıktan kaçmak için gittiysen pek hoş olmayabilir 🙂 Mojito ise tabiki enfes!
Bu meydanlardan Plaza de Almas’ın ortasında tatlı bir bahçe, bahçenin etrafında ise sahafları göreceksin. Çoğunlukla Küba tarihine ilişkin çok sayıda kitabın yanında, eski fotoğraf makinaları, kartpostallar, pullar ya da broşlar gibi değişiklik antika objeler de satılıyor bu tezgahlarda. Aklında olsun kitap almak istiyorsan pasaportunu yanına almayı unutma, çünkü devletin yayınları pasaportla alınabiliyor. Sen zaten pasaportunu yanında pek ayırma bence. Yabancı ülkedesin neticede. Meydanın bir diğer özelliği, bir bölümünde yolun ahşap parkelerden oluşuyor olması. Nedeni at arabalarının kullanıldığı zamanlardaki devlet başkanının, uzun yolculuklar sonunda uyumaya çalışırken faytonlardan gelen sesten rahatsız olması ve bir emriyle yolunda ahşap parkelerde döşenmesi. İkincisi ise meydanın adından mütevellit Katedral. Küba’da din biraz karışık. Zamanında Afrika’dan köle olarak gelenlerin mezhebi ile yerli mezhebinin karışması neticesinde Santeria isimli kendilerine has Hristiyanlıktan devşirme bir dinleri var. Plaza de la Catedral’den sonra Mercaderes caddesini takip ederek Plaza de Armas, Plaze de San Francisco ve Plaze Vieja’ya gidebilirsin. Ama yanlış anlaşılma olmasın bu meydanlar yolun üzerinde değil. Mercaderes caddesinden biraz içerilere girerek tüm meydanlara girebilirsin veya meydanlar arasından bir yay çizerek bir güzergah çizebilirsin.
Bir diğer meydan olan Plaza de San Francisco’da Paris Centilmeni heykelini görebilirsin. Heykeli dikilin centilmen, Paristen gelmesini beklediği sevgilisinin olduğu gemi okyanusa gömülünce kendini sokaklara vurmuş. Devlet ev tahsis etmek istemiş ama kabul etmemiş. Rivayete göre ölene kadar hiç yıkanmadan, aynı kıyafetlerle yaşamını sokaklarda sürdürmüş, buna rağmen kibarlığından hiç ödün vermemiş. Bu nedenle Paris Centilmeni olarak anılmış ve öldükten sonra da heykeli yapılmış. Çevresindeki kalabalıktan heykeli hemen göreceksin. Sen de sol ayağına basıp, bir elinle sakalını bir elinle de parmağını tutarsan dileklerinin gerçekleşmesini ümit edebilirsin.
Plaza Vieja’da ise soluklanacağın ve kahvesini içeceğin yer Café El Escorial. Havana’nın en meşhur kahvecisi burası. Bazen satın almak için de çekirdek kahve bulabiliyorsun ancak sanıyorum her zaman olmuyor. Küba’da benim çok hoşuma giden bir şey yapıyorlar ve genelde kahvelerin yanında bir parça şeker kamışı veriyorlar. Onu kemire kemire kahveni yudumluyorsun. Ben çok sevdim! Bu meydanda bir iki yabancı markanın mağazasını da bulabilirsin ama Havana’da alışveriş düşüneceğin en son şey olmalı. Buraya yakın ayrıca Havana Club Müzesi’ni gezebilirsin. Dünyaca ünlü rom markasının müzesinde romun hangi aşamalardan geçerek üretildiğini görecek sonunda da romun tadına bakabileceksin. Müzede benim en çok ilgimi çeken şey ise, odun gibi şeker kamışlarını merdaneli bir sıkma makinasına sokup suyunu sıkmaları. Küba için oldukça normal bir sahne ama ben bir odun parçasının suyu nasıl çıktı ve bu su nasıl o kadar lezzetli olabiliyor onu çok anlayamadım. Biraz ekşi ama bence hoşuan gidecek.
Son olarak Callejon de Hammel isimli küçük sanat sokağına gitmelisin. Bu sokak zamanında Escalina isimli bir sanatçı tarafından atölye olarak kullanılmaya başlanmış ve zamanla suça meyilli kişilerin eğitilidiği ve ürettiklerinin sergilendiği bir yer haline gelmiş. Tenekeden heykelleri, boyanmış küvetleri ve grafitileri ile oldukça ilgi çekici bir yer. Biz gittiğimizde yoktu ama buraya geldiğinde çeşitli aktivitelerle, performanslarla karşılaşma imkanın da var.
Havana’nın içerisinde bir de tütün fabrikası var; Hupman. Burada, tütün yapraklarının gelişinden puro olarak çıkışına kadar bütün aşamaları görebilirsin. Tüm çalışanlar yanyana oturdukları sıra sıra tezgahlarda sarılıyor purolar. Puro saranların arasında gençten kızlarımız da var elbette ama öyle bacakta sarma gibi bir hadise yok. Tam tersi oldukça disiplinli bir ortam. Seni içeride fazla tutmadıkları gibi fotoğraf çekilmesine de izin vermiyorlar. Senden çok tabiki çalışanlarını düşünüyorlar. Zira işçiler bir yandan puro sararken bir yandan da gazete haberlerini veya romanları dinleyebiliyorlar. Tütün işçilerin isyanı sonucu sendikanın da devreye girmesi ile 18. yüzyıldan bu yana gündüz ve öğlen saatlerinde gazete okunmaya, öğleden sonra ise roman okunmaya başlanmış. Hala aynı uygulama devam ediyor. Bu nedenle tütün işçileri toplumda entellektüel kesimden sayılıyor. Günde 100 civarında puro saran işçi iyi kabul ediliyor ve her işçiye o günkü üretimine göre belirli bir miktar puroyu alma hakkı veriliyor. Bu yolla zamanında ciddi zararlara sebep olan puro hırsızlığı önlenmek isteniyor.
Bu arada Küba’ya gitmeden önce yapman gereken önemli bir şey var; çocuklar ve kadınlar için yanına küçük hediyeler almak! Ne yap ne et, çocuklar için kalem, defter, balon, şeker, küçük oyuncaklar, kadınlar için ise sabun, şampuan, kolye, bilezik gibi takılar al, götür yanında. Sokaklarda yürürken aldıklarını rahatlıkla gördüğün çocuklara veya kadınlara dağıtabilirsin. Başta zor gelebilir bunu yapmak ancak bir defa yapıp çocukların yüzündeki mutluluğunu gördüğünde keşke daha çok şey getirseydim diyeceksin. Önce ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar, sonra yüzlerinde kocaman bir gülümseme yayılıyor. Gözlerinin içine öyle bir bakıyorlar ki için cız ediyor. Mutlaka teşekkür ediyorlar ve fazladan verdiğin her şeyi yanındaki kardeşine, abisine veya ablasına veriyorlar. Paylaşma duygusu öylesine içlerine işlemiş. Hepsi benim olsun demiyorlar. Sen de hep daha fazlasını istemenin pompalandığı yaşamını sorgulamaya başlıyorsun. Bu anlardan sonra benim gibi fotoğraf çekmeyi bile unutabiliyorsun.
Bu yazıya başladığımda fark ettim ki Küba seyahatim sadece 1 hafta ile sınırlı olsa da anlatılacaklar yaz yaz bitmiyor. Yazmadığım kadar da Patika Travel ve butik ekibimiz ile yaşadığımız şahane anlar var. Verilen sözler ve anı yaşamanın güzelliği sebebiyle onlar bize kalacak elbette 😉 Tembellik etmezsem bir sonraki yazı ise alış-veriş, yemek-içme ve Havana dışındaki Küba güzelliklerine ilişkin olacak…
MiskinMirket
Deniz’ciğim, ne güzel yazmışsın, birden canım Havana’ya bir kere daha gitmek istedi…Gerçi çok yakın bir gelecekte Küba’nın sıradan bir Karayip ülkesi olacağını düşünüyorum ve otantik özelliklerini kaybedeceği için hayıflanıyorum ama Kübalıların ne çok mahrumiyet çektiklerini bildiğim için ve onların adına “hayırlısı” diyorum. Eline, gönlüne sağlık yavrum…
Deniz’cigim, eline yuregine, kelemine saglik, cok guzel yazmissin, ifaden harika, ilgiyle okudum, ifaden cok guzel, devamini merakla bekliyorum. Kuba’ya hep gitmek istiyordum, anilarini, izlenimlerini okuyunca biran evvel gitmek istiyorum artik….
Harika bir sunum, özellikle de gençlerin mutlaka okuması gereken bir yazı… Deniz’in ellerine sağlık. Gittiği yerle ilgili görüşlerini kendisine saklamadan bizlerle de paylaşması, onun da içinde bir ‘Küba’ ruhu’ olduğunu gösteriyor. Bu yazı bende ‘ah Küba’ya bir gitsem’ isteği uyandırdı. Bundan sonraki yazılarını da heyecanla bekleyeceğim. Tekrar kutluyorum.