SİNGAPUR
Öncelikle söylemeliyim Singapur çoook güzel. Doğası tropik iklimin dibi, teknoloji ve eğlence son seviyede, üstelik biraz tedirgin edici de olsa ibretlik bir disiplini var.
Singapurun ilk ismi ‘Temasek’. Temasek balıkçılar şehri anlamına geliyor, ki çok mantıklı. Japon İmparatorluğu’nun işgali sırasında güney adasının ışığı anlamına gelen ‘Sıyananto’ ismini alıyor. Sonradan bu ismin yerini Singapur (Singapore) alıyor. ‘Singa’ aslan, ‘Pore’ ise kara/toprak demek. Yani aslan toprak, toprakların şahı demek Singapur. İşte adıyla müsemma bu ülke, Malay yarım adasının ucunda yer alan, yaklaşık 40 kadar adacıktan ve tek bir şehirden oluşan bir devlet (çok yaratıcı değil ama kısaca şehir-devlet olarak adlandırılıyor). Ülke ekvatorun yaklaşık 130 km kadar kuzeyinde bulunuyor ve Malay yarımadasına yaklaşık 1200m uzunluğundaki demir ve karayolu ile bağlantı sağlanıyor. Bu tek şehirlik ülkeye adamlar dünyaları sığdırmışlar.
İngiliz devletler birliğinden çıkmış bir ülke Singapur. Popülasyon sırasıyla Çin (%74), Malay (%13) ve Hintlerden (%9) oluşuyor. Dinler arasındaki dağılım ise yine sırasıyla Budizm, Hristiyanlık, Müslümanlık, Taoistlik ve Hinduluk. Bu karmanın gettolaşmamasının çözümünü, yerleşimin ırkların nüfusa oranlanmasına gore düzenlemekte bulmuşlar. Örneğin bir apartmanda 100 daire varsa bunun 74 tanesinde Çin asıllılar, 13 tanesinde Malaylar, 9 tanesinde ise Hintli yaşıyor. Apartmanın bir dairesi boşaldığında da yeni sahibenin aynı oranı koruyacak ırktan seçilmesi zorunlu tutuluyor.
Her ne kadar sonradan bağımsızlıklarını ilan etmiş olsalar da, İngilizlerin etkisi, bir çok Commonwhealt ülkesinde olduğu gibi burada da halen devam ediyor. Mesela trafik İngiltere’deki gibi bize göre tersten akıyor. Ancak buna şaşmamalı. Zira, ülkenin modern tarihi İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles’in 1819 yılında burada bir İngiliz limanı kurmasıyla başlamış. Limanın kurulmasından çok kısa bir süre sonra nüfusta ve liman ticaretinde ciddi bir artış yaşanmış. Limanın değeri artınca 1824 yılında, adanın egemenliği İngiltere’ye geçmiş. Süveyş Kanalı’nın açılması ile ülke ticari açıdan daha da zenginleşmiş. II. Dünya Savaşı sırasında (1942-1945) Singapur, Japon İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş ve Japonya’nın Büyük Doğu Asya Ortak Refahı Alanı‘na dahil edilmiş. Savaş sonrasında ise tekrar İngiliz yönetimine girmiş ve 1946’da Malezya’dan bağımsız bir Britanya Kraliyet Kolonisi olmuş. 1960’larda Singapur Malaya Konfederasyonu’na dahil edilmiş ancak iki taraf (Malezya-Singapur) arasındaki anlaşmazlıklar neticesinde Singapur federasyondan ayrılmış ve 9 Ağustos 1965 tarihinde tam bağımsız bir cumhuriyet statüsüne kavuşmuş.
Devlet ilk kurulduğunda yüzölçümü yaklaşık 580km2’ymiş. Ancak bu rakam şu an 750-800km2 civarında. Nedeni ise bilinçli şekilde ve hummalı bir çalışma sonucunda denizin doldurularak yüzölçümünün genişletilmesi. Bence çok acayip olan süreç şu şekilde işliyor; önce set kurulup, genişletilmek istenen bölgedeki su boşaltılıyor. Boşaltılan bölgeye Malezya gibi komşu ülkelerden getirilen otobüs büyüklüğündeki kayalar yerleştiriliyor. Kayaların arasındaki boşluklara ise kazıklar çakılıyor. Bu sayede kayalar sabitleniyor ve deprem veya toprak kayması gibi doğa olaylarında doldurulan bölgenin zarar görmesi engelleniyor. İş bununla bitmiyor. Kayalar ile kazıkların arasında boş kalan kısımlar çakıllarla dolduruluyor ve üzeri toprakla kapatılıyor. Topraklama işlemi bittikten sonra ise genişletilen bu kısmın üzeri ağaçlandırılıp, 10-15 yıl toprağın oturması için bekleniyor. Sonrasında ise gökdelenler fora. Devletin hedefi yüzölçümünü kurulduğunu günün iki katına çıkarabilmek. Adamların aklı evvellikleri bununla bitmiyor. Mesela, ülkede su kaynağı olmamasına ragmen, su arıtma tesisleri sayesinde, hem kendi ihtiyaçlarını karşılıyor, hem de komşu ülkelere su ihracı yapabiliyorlar. Burada da durum şu şekilde gelişiyor; donanımlı tesisleri sayesinde denizdeki tuzlu suyu ayrıştırıyorabiliyorlar ancak ticari bir liman olması sebebiyle denizde yüksek miktarda bulunan yağ tabakasını ayrıştıramıyorlar. Bu nedenle Malezya’dan aldıkları doğal kaynak suyunu kendi tesislerinde arıtarak aldıkları paranın iki katına Malezya’ya geri satıyorlar. Bu durum Malezya’nın işine geliyor. Ama bununla bitiyor mu? Yoook bitmiyor. Neden mi? Çünkü, Singapur doğal kaynakları olmamasına ragmen ham petrolü satın alıp rafinerilerinde işliyor ve buradan parayı götürüyor. Bu sayede doğal kaynağı olmamasına rağmen OPEC üyesi olan tek ülke olma özelliği taşıyor. Adamlardaki akıl böyle çalışınca Dünyanın dış borcu olmayan 5 ülkesinden biri olması ise kaçınılmaz oluyor.
Bu ve benzeri nedenlerle dünyanın en işlek limanlarından birine sahip olan en yaşanılası şehirlerden biri Singapur. Vatandaş olmak ise parayı bastırmaya bakıyor. 5-6 milyon dolar civarında paran varsa ve bu parayı yatırım yapmak için kullanacağını taahhüt edersen vatandaş olmak o kadar da zor değil.
Singapur’da eğitim zorunlu değil, zira okuma oranı %100. 6+4+2 eğitim sistemi ile çalışıyorlar. Askerlik ise 18 yaşında yapılıyor ve 2 yıl sürüyor. Bu eğitimden sonra itfaiye, polis veya asker olabiliyorlar ve askerlik sonrasında her yıl iki hafta tekrar talim için çağırıyorlar.
Gezip görülebilecek yerleri de anlatacağım tabi ama buraya kadar bahsettiğim ayrıntıları bilmeden bu şehri gezmek olmazdı diye düşünüyorum. Bu satırlara kadar ilgini çektiyse devamını getirirsin artık, yarım bırakmak olmaz!
Singapur adeta gökdelenler cenneti.. Bunlardan en meşhuru Marina Bay Sands. Neredeyse 200 m. yüksekliğindeki üç kulenin tepesine bir gemi kondurmuş, içerisine de efsane şehir manzarasına karşı oynamalara doyulamayacak bir kumarhane yapmışlar. Şehirde çok sayıda kumarhane var ama bu en meşhurlarından biri. Bu kadar çok kumarhane olmasının nedeni ise bu ve benzeri kumarhaneler ile şehrin turizm merkezi haline getirilmek istenmesi. Şimdiye kadar bu konuda oldukça başarılı oldukları söylenebilir. Ben yine de içeceğini yudumlarken manzaranın ve oyunları izlemenin tadını çıkarmayı tercih et derim. Nitekim kasa her zaman kazanır!
Şehir turu sırasında 2 km uzunluğundaki lüks alışveriş cenneti Orchard Caddesi’nde alışverişin ve kredi kartının dibine vurabilirsin, etkileyici ama bildiğimiz ortama sahip Çin Mahallesi’ni gezebilir veya alternatif olarak Little India, yani Hint Mahallesi’ne gidebilirsin. Şehrin simgesi olan aslan başlı balık Merlion Anıtı ile Hindu tanrı ve tanrıçaların yer aldığı rengarek heykellerle bezeli göz alıcı bir girişi olan Sri Mariamman Hindu Tapınağı ise görmeden geçilmeyecek noktalardan. Milli kokteyl ‘Singapure Sling’ in yaratıldığı tarihi Raffles Otel ve şehrin kurucusu Sir Raffles Heykeli, Parlemanto Binası ve ayaklarının okyanusa dokunabileceği Doğu Sahili şehirdeki kayda değer yerler arasında. Akşam yemeği için bence gidilmesi gereken yer Clarke Quay. Charles Nehrinin iki yakasında dizi dizi restoranların ve eğlence mekanlarının olduğu bir yer burası. Biz daha yerel yemekler yaptığı için TOMO’yu tercih etmiştik, gayet memnun kaldık. Damak tadına gore bir yer mutlaka bulursun. Hatta kapanmadıysa Maraş Dondurmacısı bile bulabilirsin.
Şehrin merkezindeki trafik sistemi efsane. Bizdeki OGS sistemi şehrin içinde yer alıyor. Yani şehir merkezine her girişinde bir ücret ödüyorsun. Bunun amacı şehir merkezindeki trafiği azaltmak. Ama bunu da yeterli görmemiş olacaklar ki şehir merkezindeki kavşaklara yer sensörleri döşemişler. Bu sensörler üzerinden geçen tekerlek sıklığını tespit ediyor ve buna göre trafik ışıklarını ayarlıyor. Trafiğin yoğun olduğunu hissettiği kısımlara yeşil ışık yakıyor. Böylece trafik sıkışmasının önüne geçiyor. Burada yaşanmaz da nerede yaşanır, sorarım size!
Çok düzgün bir şehir planlaması olan ülkede katı kurallar işliyor. Örneğin yere çöp atmanın cezası $250. Ancak öyle parasını öderim kurtulurum diye bir şey yok. Zira ceza bununla kalmıyor. Havada karada görülebileceğin fosforlu kıyafet giyerek evinin önünü süpürmen gerekiyor. Turistsen kaldığın otelin önünü süpürüyorsun ve bu durum akşam televizyonda gösteriliyor. Bildiğin afişe oluyorsun, kaçışı yok. Adamların turiste bile ceza uygulamasının çok makul bir nedeni var. Çünkü şehir devlette 4,5 milyon kişi yaşıyor. Yani İstanbul’un sekizde biri kadar insan yerleşik durumda. Ancak yıllık turist sayısı 11 milyon ve bunun karşısında 7,5 milyon ağaç var. Seni mi korusun doğasını mı? Adamlar haklı!
Şehir merkezinin biraz dışında kalan ve görülmesi gereken yerlerden biri Ulusal Orkide Bahçesi. Bin bir çeşit orkideyi burada görebilirsin. Elalemin diktiği orkideyi ben ne yapayım benim için ayrı bir cins olsun dersen, hayhay der hemen hallederler. Sadece ama sadece $25.000 verirsen senin de kendine özel bir orkiden olabilir. Orkide 5 yaprak ve 1 dilden oluşuyor ve bütün ihtiyacını havadan, yani havadaki nemden alıyor. Bu bilgi bile neden Singapur’da bir orkide bahçesi olduğunu anlamaya yeter bence. Odunun içine de kömürün içine de koysan gerekli nemi sağladığın sürece orkidenin büyüğünü görebilirsin. Bakım için en iyi yöntem ise fısfıslayarak sulamak. Orkide Bahçesi civarındaki evler $25.000-$45.000$ civarında ve maalesef yabancılara satışı yok. Çünkü olsa ben bir iki tane kapatıp gelirdim, kesin!
Ulusal Orkide Bahçesi’nin yanında görülmesi gereken bir diğer botanik ortamı Gardens by The Bay. Singapur gezin sırasında kurbağa gözüne benzer iki devasa camekan yapıyı gördüysen ve burası neresi diye merak ettiysen işte orası burası. Yaklaşık 10.000 hektarlık bir alana yayılmış olan mekanda şelalerden yağmur ormanlarına çok sayıda bölüm yer alıyor. Bitkilere her daim ihtiyaçları olacak sıcaklık sağlanıyor ve bunun için klima kullanımıyor. 25 ve 50 metre uzunluğundaki ağaç şeklinde dijital bir bahçesi dahi var. Gece farklı ışıklandırması ve müziği ile oldukça etkileyici bir yer. Nitekim TripAdvisor tarafından 2016 yılında Singapur’da görülmesi gereken ilk 5 yerden biri olarak seçilmiş.
Özellikle çoluk çocuk seyahat etmeyi düşünüyorsan veya suların altına özel bir ilgin varsa dünyanın en büyük akvaryumu da burada. S.E.A. Aquavarium’da yunus şovlarından envai çeşit deniz canlısına kadar her şeyi bulabilirsin. Bunca yeri, özelliklerini ve hepsinin bir şehir devlette olduğunu düşününce gıpta etmemek elde değil.
Singapur’da yapılabilecek bir başka güzel aktivite ise Gece Safarisi (Night Safari). Her ne kadar belgesel kanallarındaki hayvanlar alemine ilişkin programlar içimi açmasa da ben acayip sevdim! Aslında bir nevi hayvanat bahçesi. Farkı ise hem akşam geziliyor, bu ortama daha safarimsi bir hava katıyor, hem de safari araçları içerisinde hayvanların doğal ortamlarına ve oldukça yakınına giriliyor. Mekan Dünya Hayvanat Bahçeleri Birliği ödülü almış ve dünyada başka emsali olmadığı söylenen bir yer. Vahşi hayvanların yanında nesli tükenmekte olan bir çok hayvanı doğal ortamında görebilirsin. Buraya gitmek için yavru filin annesinin (veya babasının tabi onu anlayamadık) arkasında paytak paytak koşmasını görmek bile yeterli.
Singapur’un balayı adası ise Sentosa Adası. Sentosa adası Uzakdoğu’nun Las Vegas’ı haline getirilmeye çalışılan bir yer. Bu nedenle mimari olarak bazı değişiklikler bile yapılmış. Biz başta gitmek istemedik ancak salına salına gezerken adaya ulaşımı sağlayan teleferikle karşılaşınca ani bir kararla gitmeye karar verdik. Singapore Cable Car ismini taşıyan teleferik Faber Tepesi/Jewel Box’tan başlıyor Harbourfront’ta yolcu alarak Sentosa’ya varıyor. Bu arada Faber Tepesi, II. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Askerlerinin Japon Donanmasına karşı toplarını koydukları, bütün kente hakim olan bir tepe. Sentosa yolculuğuna bu tepeden başlayarak bir taşla iki kuş vurabilirsin. Teleferik haricinde Sentosa Express treni ile (Harbour Front metro durağındaki Vivo City isimli alışveriş merkezinden kalkıyor) veya Sentosa Board Walk isimli yaya yolundan yürüyerek de gidebilirsin. Ekonomik davranmak istiyorsan veya yükseklik korkun varsa bu yolları tercih etmelisin.
Sentosa’ya gitmekle çok da iyi etmişiz. Adanın bir tarafında Singapur’un tarihini anlatan mumyalar müzesi, dünyanın en büyük yer altı akvaryumu (Sentosa Akvaryumu) varken, diğer yanında ise yere neredeyse paralel uzanan palmiyeleri ile altın kumlu plajı var. Adanın içerisinde ring yapan otobüslerle kolaylıkla gezebilirsin. Biz müzelere girmeyi tercih etmedik. Kumsalda palmiyelerin altında uyur uyanık uzanmak daha cazip geldi. Akşam üzeri saatlerinde ise lazerli müzik ve ışık gösterisini izleyebilirsiniz. Bence mutlaka uğranması gereken yerlerden.
Son bir bilgi olarak Formula 1 yarışlarının Singapur ayağı şehrin içerisinde ve gece yapıldığını belirtmeliyim. Hatta Singapur gece yarışlarının ilk defa yapıldığı Formula 1 ayağı. Yarışların olduğu dönemlerde en kötü otel odası bile yüzbinlerce dolara satılıyor. Azıcık daha ucuz olsa gideriz diye düşünecek gibi oluyor insan ama maalesef pek imkanı yok gibi. En azından benim için yok gibi belki sen halledersin 😉
Miskin Mirket
Deniz’ciğim, defalarca Singapur’a gittik ama yine de bilmediğim şeyler öğrendim senden. Teşekkürler…